bildirgec.org

ulvî meseleler hakkında tüm yazılar

kendisinin kıramayacağı taş

hafifuyku | 19 February 2002 19:02

Tanrı var mı, yok mu? derin mesele tabii,.. ama filozoflar dergisinde şöyle bir test var. Tanrı hakkındaki düşüncen tutarlı mı, değil mi testi. 17 soruya doğru ya da yanlış diye cevap veriyorsun. Tanrı var, Tanrı yok, ya da bilmiyorum diyerek başlıyorsun. arada mantık hataları yaparsan direk darbe yiyorsun, tutarlılığın saçma sonuçlara ulaşıyorsa ufak bir sıyrıkla devam ediyorsun. tanrının varlığını ya da yokluğunu ispat etmeye değil, sadece düşüncelerinin tutarlılığını ölçmeye çalışıyorlar. sanırım her şekilde yara almadan çıkmak mümkün. (ingilizcesi ve mantık düzeyi biraz ağır. bazı sorulara aval aval bakmam gerekti) Battleground God

Ah Mühendis!

Dookie | 25 January 2002 02:03

Bir rahip, bir doktor ve bir mühendis bir golf sahasının boşalmasını beklemektedir.. Mühendis: “Bu adamlar ne yapıyor böyle, 15 dakikadır bitirmelerini bekliyoruz..!” Doktor: “Bilmiyorum ama hiç böyle bir saçmalık görmedim.” Rahip: “Merhaba, şu anda sahada oynamakta olan grup ne zaman çıkacak? Neden bu kadar yavaşlar?”

Görevli demişki, onlar kör itfaiyeciler. geçen sene burada çıkan yangını söndürmeye çalışırken gözlerini kaybettiler bu nedenle burada istedikleri zaman istedikleri kadar oynama haklarına sahipler.

rahip: ne kadar üzücü, bu akşam onlar için dua edeceğim..

muzu taramak

raindown | 20 January 2002 19:58

grafikerler ilginç insanlar doğrusu. bir proje için, grafiker arkadaşlarla çalışıyorduk bu akşam. sanırım bir ödevleri var ellerinde kocaman yeşil bir muz gezdiriyorlardı. muzu, basılı hale getirmeleri gerekiyor. sanırım bir reklam yapacaklar. muzu tarayalım mı yoksa 3D Max’te üç boyutlu halini mi yapalım diye tartıştılar. scannerda muuzun nasıl duracağını bile düşünüyorlardı..

Yalnızlık ve yapayalnızlık

ingilizanahtari | 30 December 2001 06:09

Bu kadar özel bir mevzuyu paylaşacak kimseyi bulamamam adıma üzücü muhakkak. Aslında paylaşabileceğim kimseler var tabi ama gecenin bu saatinde onları rahatsız etmektense sizleri rahatsız etmeyi tercih ettim galiba.

Konu tahmin edilebileceği üzre ben ve karşı cinsten (dişi oluyolar) ve hemcinsten bir takım insanları içeriyor, karmaşık, sevindirici, üzücü, şaşırtıcı, bedbaht, hepsi.

Önceki bir hikayeme de gönderme yaparak şahısları yine harflendirerek konuma başlıyorum. Ben, naratör, birinci tekil şahıs olarak “A” harfini seçiyorum kendime. Bir dönem can yoldaşlığı yaptığım, ama kendisine asla güvenemediğim bir dostuma da “B” harfini tahsis ediyorum (bu ona hayattaki son kıyağım olsun). Konunun karşı cinsini oluşturan hanıma da “C” harfini vermek zorundayım. Neden A’dan sonra C değil de B geliyor ki? B olmasa da A,C,D,E diye gitse alfabeler, A’yla C daha yakın olsalar, arada sırada D’ye, E’ye misafirliğe gitseler?

Yıl 1998. Ben C’den hoşlanıyorum, ama bir türlü emin olamıyorum ne yapmam gerektiğine. Çünkü C çok saygı duyduğum bir kişilik ve aramızda cereyan edecek herhangi bir vukuatta iş ciddiye binecek, kısa bir süre sonra kendisinden beklediğimi bulamadığım takdirde ilişkimi bitirmem çok zor ve kırıcı olacak. Bir de sosyo-ekonomik kaygılarım var ki onlara değinmiyorum bu yazıda. Ben bu konuyu sürüncemede tutarken, durumdan az çok haberi olan B bir gün punduna getiriyor ve “atamayana atarlar” deyiminin gerçekçiliğini bana ispatlarcasına C’yi sevgili olarak ediniyor. Durum karşısında ellerim kollarım bağlanıyor ve C resmen “yenge” sıfatını almasıyla birlikte “arkadaşımın aşkı” olarak hayatına devam ediyor. Derken takriben 6-8 ay sonra C, B’yi tanımaya başlamış olmasından dolayı olsa gerek ani bir kararla kendisini terk ediyor, B perişan oluyor, onu teskin etmek de büyük ölçüde bana düşüyor. Bu zaman zarfında da ben D ile 3 yıl sürecek olan, ateşli, inişli çıkışlı, kavgalı dövüşlü bir ilişkiye giriyorum. 2001 yazına kadar sürüyor bu.

Buraya kadar herşey normal. Ben kendimi ifade etmekten aciz kalmışım, dolayısıyla durumdan bi-haber olan (ya da öyle gözüken) B ile C normal bir etkileşim sonucu bir birliktelik yaşamışlar, bitirmişler, ben aşkımı kalbime gömmüşüm, hatta araları açıldığında hemcinsimin yanında olmuş, onu teselli bile etmişim. Benim de bir sevgilim var ve muhtemelen dışarıdan bakıldığında çok da sağlıklı ve eğlenceli bir ilişki.

Ama buradan sonra ben C’ye bir kaç kez sağda solda rastlıyorum, oturuyor saatlerce konuşuyoruz ve anlıyorum ki C’yi ben pek tanıyamamışım yengem olduğu zamanlarda. C meğersem benim aradığım şeyin ta kendisiymiş. Onu bir kaç ayda bir aramaya başlıyor, seyrek de olsa görüşüyor, her seferinde bir kez daha etkilenmiş olarak evime dönüyorum. Dün geceye kadar.

Çünkü dün gece dışarda buluşmuyoruz. Evine gidiyoruz C’nin ve beraber uyuyoruz. Bu arada aklınıza fesat şeyler gelmesin, ben ona masal anlatıyorum, o uyuya kalıyor, sonra onu seyrederek ben de uyuyorum. Sonra uyanıyorum sabahın bi saatinde, ona dokunmam lazım, bu kadar zamandan sonra işte yanımda, üzerimizde aynı yorgan var ve ben öylece bakmak dışında birşey yapamıyorum. Cesaret toplamakla harcadığım zamanı müteakiben mücadeleye başlıyorum. Önce ufak dokunuşlar, masum bir kol atma, küçük bir sarılış, yanağa kondurulan bir buse, saatler sürüyor. Olumlu tepkiler aldıkça dozaj artıyor, dozaj arttıkça “önsevişme” terimine yakışır, estetik hareketler mevzu bahis oluyor. Ümit Besen oluyorum. Bitmesin istiyorum o an, ama sabah işe gitmem lazım ve zaten sabahtayız. İstiyorum, evet istiyorum dokunmayı, sevişmeyi. Ama aramızda bir bariyer var tabi, yeni tanıdığım birisi değil ki o! O benim arkadaşım, o benim bir dönem yengeliğimi yapmış bir kişi. Türk olmaktan nefret ediyorum o an, İngiliz olsam yengem olmıycak, B’nin eski kız arkadaşı, benim yeni kız arkadaşım olması için çalışacağım ama kolumdan tutmuş geri çekiyor beni toplum. Dudaklarımız yakınlaşmaya başlıyor artık, evet, galiba olucak! Ama kafasını çeviriyor. Tekrar defanstan oyun kurmam gerekiyor, sete yerleşip tekrar girişimde bulunuyorum. Bu kez de muvaffak olamıyorum, ama yılmıyorum. Vazgeçiyorum, ben vazgeçsem de vücudum vazgeçmiyor. Mantığım hayır diyor olmasına rağmen duygularımı kontrol eden kimyasallar ataklarımı sıklaştırmamı ve rakibin üzerine daha organize gitmemi telkin ediyor. Ve o da karşı koyamıyor artık. Dudaklarımız birbirine deyiyor. Gecenin ruhunu yansıtıyor öpüşmelerimiz, küçük, kararsız, iddiasız, utangaç. Şehvetin önünde çok engel var, kalabalık içinde zor seçiliyor. Zaten hemen vazgeçiyor biraz sonra, ı-ıh diyor. Nerelere gideceği belli değil çünkü bu masum öpücüklerin. Ya da nerelere gideceği çok belli.

Artık çıkmam gerekiyor. 5’ten beri uyanığım, 9’da işte olmam lazım ama saat 10 olmuş. Kalkıyorum, giyiniyorum, kapıya gidiyorum. Yanıma geliyor. Sımsıkı sarılıyoruz. İçim karmakarışık olmuş, midem ağrıyor. Gaza çok basarak işe gidiyorum. Belki de ilk ve son kez dokunmuş bulunuyorum ona. Belki öylesine, bir anda galeyana gelerek bana karşılık verdi ve şu anda çok pişman. Ya da pişman bile değil, fasulyenin pişip pişmediğini düşünüyor.

Ama ben onu düşünüyorum. Yalnız mıyım yapayalnız mıyım bilemiyorum.

Ufak bir soru ama adamı uykusundan edebilecek kadar derin

raindown | 26 December 2001 07:04

“İnsan toplum içinde yaşayan bir varlıktır.” Bu, her sosyoloji ve sosyal psikoloji dersinin giriş cümlesidir. Hayvanlarda sosyal yaşamın nedenlerini açıklamak kolay. İlk insanların sosyal yaşamını açıklamak da kolay. Ama insanoğlu neden hala sosyal bir varlık, ben bunu açıklayamıyorum. Düşünün; acaba toplum bize sosyalleşmeyi öğretmeseydi ve bunun gerekliliğini durmaksızın yaptığı baskıyla hatırlatmasaydı, biz bu kadar sosyal olma ihtiyacını duyacak mıydık? yalnız yaşadığımızı hissettiğimiz zaman, kendimizi bu kadar kötü hissedecek miydik? ne dersinz?

.com’ ları yok içmeye…

sahip | 16 December 2001 14:18

telsim.com, aria.com bildigimiz şeylere gitmemekte…,.tr ekleyince oluyor. Bu arada aycell‘ in dünyalar güzeli sitesine ne demeli bilmem. Esas mevzu telsim reklamlarını sevmem olacaktı. Hakikaten büyük küçük hemen hemen tüm telsim reklamlarını sevdim. Ama hiçbirisi bende ” Aman doktor hemen koşayım gidip bir telsim hat alayım, kontör basayım” telaşı yaratamadı, o da ayrı mesele olarak mütala edilmeli mi, diye bitirmek istiyorum. Bitirirken, turkcell-hazırkart( amade-kız ) reklamlarında tarkan’ ı görür gibi oldum, eski çocuğun şapkasını bulmuş yerlerden kafasına takmış. Şimdi bitiriyorum ancak hepimize düşen görev “eski çocuğu” kollamak olmalı, onun hali ne olacak, maddi ve manevi dünyası, reklam-medya-para-şöhret çarkları arasında kaybolup gidecek mi? Saygılarımla.:.

KARANLIKMI İYİ GÜNEŞMİ?OKUMADAN CEVAP VERMEYİN…

puzzuq | 10 November 2001 10:05

Karanlık kendisine çekiyordu beni.Bırak diyordu bütün bu göz aldanmalarını.Hala yorulmadınmı sahte umutlara bağlanmaktan.Gerçek olana gel diyordu..

Herşeyi anlatabilen,güzelliğin simgesi olan gözler bile çaresizdi onun karşısında. Yenilmez bir savaşçı gibi kendisinden başka hiçbir şeyin üstünlüğünü kabul etmiyordu.Acaba bir yolu yokmuydu bu karanlığı yenmenin?Yada yenmekmi gerekiyordu? KARANLIK Karanlık kendisine çekiyordu beni.Bırak diyordu bütün bu göz aldanmalarını.Hala yorulmadınmı sahte umutlara bağlanmaktan.Gerçek olana gel diyordu..