Henüz 10 yaşlarında, ilkokul 5. sınıf öğrencisiydim. İki odalı, dedemden kalma, ahşap merdivenli bir evimiz vardı. Tuvalet ve banyosu dışarıdaydı. Bir de çardağı vardı. Yazın, yaşadığımız yer olan Alanya; bilirsiniz aşırı sıcak olur. Ama çardakta oturması, hoş sohbetleri, akşamları serin serin uyuması güzel olurdu.Evimizin akarsuyu yoktu. Duş kelimesinin anlamını, yatılı okula gidince öğrenmiştim. Evimize yakınlarda bir çeşme vardı. Ablamlar ve kardeşimle oradan bidonlarla su taşırdık evimize. Yemekte, içmekte ve temizlikte kullanırdık bu suyu. Çamaşırlar dere kenarına kurulan sıcak su kazanlarında ve taşların üzerlerinde yıkanırdı. Kül ile beyaz çamaşırlar kaynatılır hem bembeyaz olur hem de yumuşacık bir hal alırdı. Yemeklerimiz odun ateşinde, etrafı balçıkla sıvanmış siyah tencerelerde pişerdi. Ocak mı? O da ne? Anneme sorsanız böyle bir cevap verir ya da ateş yaktığı yeri gösterirdi.