bildirgec.org

sanal gerçeklik hakkında tüm yazılar

yeni medya’nın felsefesi [bedava e-kitap]

admin | 30 July 2010 14:02

türkiye’de 6 aydır yayın yapan ancak o sırada kendine çok büyük bir kitle oluşturan dijital pazarlama blogu meşgul sinyali, daha önce hediye verdiği e-kitap‘la gönüllerimizi zaten feth etmişti.
şimdi ise görünen o ki bir öncekine göre çok daha iyi tasarlanmış ve bir öncekinden daha da güzel içeriğe sahip olduğunu düşündüğüm bir kitap daha veriyor.
kitabın adı: “Yeni Medya’nın Felsefesi, Dijital Pazarlama’nın Farklı Boyutları ve Sosyal Medya Üzerine Makaleler. Kitabı indirmek için burayı tıklayın.

yeni medya'nın felsefesi, dijital pazarlama'nın farklı boyutları ve sosyal medya üzerine makaleler
yeni medya’nın felsefesi, dijital pazarlama’nın farklı boyutları ve sosyal medya üzerine makaleler

“.

Sanal Gerçeklikte Yeni Boyut

78model | 10 March 2009 11:41

Sanal Gerçeklik
Sanal Gerçeklik

Sanal gerçeklik kavramı ilk defa 80’li yılların başında ortaya çıkmıştı. Bugün ise geldiği boyut çok ileri düzeyde. York and Warwick üniversitesi ve İngiliz akademisyenlerin üzerinde çalıştığı bu prototip kablosuz kask 5 yıl içerisinde kullanıma sunulacak.

Sanal Gerçeklik
Sanal Gerçeklik

Mevcut sanal gerçeklik uygulamaları sadece görsel ve işitselken bu prototipte koku, nem ve dokunmak gibi duyularada hitap edilecek.
Ortam ses düzeyi istenildiği gibi ayarlanılabilen kask aynı zamanda burun altına yerleştirilen tüplerle ortama uygun kokularıda kimyasal karışımlarla verebiliyor.

Johnny Mnemonic

emsvizyon | 20 December 2008 14:50

işte keanu reeves‘i matrix‘e taşıdığına inandığım film johnny mnemonic. 1994 yılında senaryosu yazılmaya başlanan matrix‘in çekimlerine 1997’de başlandı işte aynı akımın daha doğrusu matrix’i besleyen kaynağın bir parçası olan jonhhy mnemonic‘de bu yıllarda gösterime girdi, 1995 yapımı cyber-punk film’in yönetmeni Robert Longo, başrollerini de tabiki Keanu Reeves ve Dina Meyer paylaşıyor. konusu, şirketler için beynini bir bilgi taşıyıcısı gibi kiraya veren Johnny Mnemonic’in ( Keanu Reeves ) taşıdığı bir bilgi için kötü adamlar tarafından kovalanmasından ibaret aslında. bu kötü adamlar bilginin kaynağı ve bilginin gönderildiği şirketleri ortadan kaldırmışlardı, sıra taşınan bilginin ele geçirilmesiydi.. johnny, bilgiden kısa sürede kurtulmak zorundadır çünkü bilgi beyninde ne kadar uzun süre kalırsa o kadar hasara neden olmaktadır, ayrıca kötü adamlar da peşindedir… johnny, çocukluk anılarını sildirerek beyninde daha fazla boş alanlar yaratmıştır. içinde bunun da huzursuzluğunu taşırken, öyle ya da böyle bu bilgi dışarı çıkacaktır ve sonu kötüdür…

THE LAWNMOWER MAN (BAHÇIVAN)

emsvizyon | 31 August 2008 23:59

stephen king’in aynı adlı eserinden ancak esintiler taşıyan 1992 yapımı bu film, orta okul çağlarıma denk gelir.o yıllarda bahçıvan‘ı izleyen çoğu insan gibi ben de çok etkilenmiştim doğrusu. başrollerini pierce brosnan ve lost’da sempatik helikopter pilotu rolündeki jeff fahey oynuyor ( hele filmi izledikten sonra bu kişinin o olduğuna inanmak çok güç )… konusu kısaca şöyle; efendim pierce brosnan ( Dr. Lawrence Angelo ) bir firmada beyin fonksiyonlarını arttırma üzeirine deneyler yapan iyi niyetli bir bilim adamıdır, beyni daha fazla ve verimli kullanmayı sağlamay çalışan bilim adamımız bunun için sanal gerçeklik ve bir takım enzimler vs’ler kullanmaktadır.. kobayları da şempanzelerdir ( askeri birşeylerin kokusu duyulmaya başlandı değil mi? ) bahçıvan rolündeki jeff fahey ise zeka özürlü bir gençtir, evinde barındığı kişi tarafından sürekli dövülen bu genç yobaz bir adamın elinde kendince terbiye edilmektedir… gel zaman git zaman bilim adamımız bu gence acır ve onun zekasını biraz arttırmaya kararverir…

zeka arttırılırken :)
zeka arttırılırken 🙂

olay burda kopar… valla en son eleman kendini bir yerlere upload ediyordu… bence güzel film… halen çok etkileyici gelir bana, nedendir bilinmez ( ağaç yaşken mi eğilir yoksa :))

Virtuosity

emsvizyon | 29 April 2008 15:30

hmm, zamanına göre iyi bir yapımmış diye düşündüğüm bir film, pek ilgi görememiş diye de tahmin ediyorum.. efenim 1995 yapımı ve yönetmenliğini Brett Leonard ‘ın yaptığı Virtuosity‘nin başrolünde Denzel Washington var… ayrıca Russel Crowe‘in de bir kaç kilobyte’lık ( öyle demeyin 1995’de bir kaç byte bile ne kadar değerliydi ;)) rolü var bu filmde… her neyse, kısaca konuya değinelim;
yapay zeka ve sanal gerçeklik teknolojileri ilerlemiştir, ayrıca böyle matrix vari bir şekilde insan beyniyle etkileşime de girilebilmektedir ( tekrar hatırlatırım ki matrix öncesi bir yapım ki gerçi matrix filmi 1994 de yaratılmaya başlandı ayrıca bu türün [ cyber punk ] örnekleri çok daha öncelere dayanır, sadece matrix’e özgü değil ) ha bir de nano teknoloji çok ilerlemiştir, dehşetengiz yapılar ve hatta “canlı” lar oluşturulabilmektedir… 50Kb’lık yazılım ( 🙂 ) sid 6.7 psikopat bir karakter sergilemektedir ve bir şekilde gerçek dünya ya geçer, peşine de eskiden iyi bir polis olan mahkum Parker Barnes’ı takarlar… macera başlar… filmi izlerken, aha matrix aha iRobot, aha Runing Man, aha şu aha bu filan diye bir çok tanıdık sahneye rastgeliyorsunuz( şahsen ben geldim, sizi bilmem ), filmin 1995 yapımı olduğunu da hatırladıkça daha bir ilgi çekiyor… filmin sonunu enteresan bağlamışlar… şahsen beğenmek ile beğenmemek arasındanyım ki buna karşılık tekrar söylemeliyim fena yapım değil hani 😉

soyun da görelim

| 28 February 2008 20:32

Hastalığımız var, doktora gittik.
Ya da, genel bir sağlık kontrolünden geçeceğiz.
Ya da, orduya katılmak için muayeneden geçeceğiz.

Böyle durumlarda alışık olmadığımız bir durumla karşılaşırız.
Karşı koyamayacağımız bir direktif.
Türkçesiyle yönerge…

“Soyun!”

O ana elbisemizle gizlediğimiz,
vücudumuzun en mahrem yerlerini göstermek zorundayız.
Doğal olarak utanırız, sıkılırız.
Utanmak insan olmanın bir emaresi.
İşareti…

***

Bedenimizin mahrem yerleri olduğu kadar,
ruhumuzun da mahrem yerleri vardır.
Duygularımızın,
düşüncelerimizin,
hislerimizin,
bakış açımızın,
isteklerimizin,
beğenilerimizin,
nefretimizin…

SANAL GERÇEKLİK veya GERÇEK SANALLIK

mevlana yusuf | 16 August 2007 17:54

Sanal gerçeklik (Virtual Reality demiş Vikipedi)

Sanal alem, sanal gerçeklik, sanal dünya gibi kelimelerin günümüzün moda tabirleri, olduğu hepimizce malum. Sanal, yani sanılan, zannedilen, öyle olduğu kabul edilen. Bu aslında tam “adı üstünde” deyiminin tüm anlamını tamamiyle ifade eden bir tabir. Adı üstünde… Zannedilen, aslında olmayan, olduğu kabul edilen veya kabul ettirilen gerçeklik, alem, dünya…
İki kelime zıt anlamları ihtiva ettiği halde yan yana kullanışıyla kendini öylesine kabul ettirmiş ki, gerçekliğin mi sanal yoksa sanallığın mı gerçek olduğunun kimse ayırdında değil veya böyle bir fikri taşımanın aslında işin vehametini fazlasıyle ortaya çıkardığı halde herhangi bir tepkinin ortaya çıkmaması, doğrusu bu sanallıktan birazcık sıyrılıp hadiselerin veya hadiselerin tesirlerinin dışında kalabilmeyi becerebilmiş zihinlerin şaşkınlıktan ve çaresizlikten için için kendilerini yiyip bitirmelerini doğuruyor. Peki bu kadar vahim ise durum ve apaçık ortada ise, niçin farkedilmiyor? Bunun en mantıklı cevabı herhalde şu olsa gerek.
Ölüm ölümlere gelmez…
Neyi mi anlatmak istiyorum?Şimdi zihinlerinizi ve becerebilirseniz yüreklerinizi kısa bir süre için “yer”lerinden çıkarıp ( “yer”den kasdım, modernite denilen illetin son piçi “sanal gerçeklik” üreticilerinin, kurbanlar için hazırladıkları ve her ferdin aynı yerde fakat yine her ferde ait özel olarak hazırlanmış “fanus” ve bu fanusta oluşturulmuş tek “kültür”dür) gözlerinizi etrafınızda gezdirin ve görmeye çalışın. Şu sorular da zihninizi kurcalasın.
Bu dünyadaki bir fert olarak durduğunuz yer neresi? Bu ülkenin bir ferdi olarak durduğunuz yer neresi? Kendi irade ve arzunuzla mı ordasınız? Yoksa bir yerlerden uzanmış eller yoluyla mı bulunduğunuz yerdesiniz? Bu haklılık veya hakedişiniz ne/neler yoluyla veya vasıtasıyladır? Orada bulunuşunuzun kararlılığı ve sürekliliği veya süreksizliği hususundaki dahliniz hangi boyutta veya böyle bir seçime, arzu ve iradeye sahip misiniz veya ne kadar sahipsiniz?Özvarlığınıza mahsus mesuliyetlerinizin mi yoksa bir cemiyetin üyesi, bir ülkenin vatandaşı olmanın mesuliyetleri mi daha fazla yer ediyor tüm yapıp etmelerinizde, yaşamınızda ve fikirlerinizde?Doğrusu tüm bu soruların ne amaçla sorulduğu konusunda – belki biraz da soruyu sorana karşı kızgınlık ihtiva eden – şüpheler taşıdığınızı ve kaşlarınızın çatıldığını görüyor gibiyim.Ama, tepesinde sürekli her an aniden inebilecek koca bir yumruğun bulunduğu bilgi, his ve tecrübesini taşıyan biri olarak, bu soruların aslında her açık zihinli vatansever için sabah akşam sorulması ve en doğru en geçerli cevapların bulunması yolunda azami cehd ve gayretin gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm için, çatık kaşlarınıza, kızgınlığınıza ve şüphenize seve seve “eyvallah” diyeceğimi belirteyim.
Herşeyin aslında beynimizin bir algılaması olduğu, aslında hiçbir şeyin gerçekte olmadığı ama olduğunun beynimizce kabul edildiği ileri sürülüyor. Yani bir bakıma rüyanın rüyasını görüyoruz bu alemde.İşin sofice bakış ve ifadesi ise şöyle. Malumunuz bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar”.
Şimdi bu ne demek?Yazının başından beri bahsettiğin sanallık bu mu yoksa, dediğinizi duyuyor gibiyim. Hayır. Bu hadis-i şerif, hakikatin, asl’ın hakikatinin veya en doğrusu hakikatin aslının ifadesidir.Bir çoğumuz bilgisayar karşısındaki bir insanın, o andaki görünümünü dışardan seyretmişizdir. Seyretmeyenler bir kafede bu deneyimi edinebilirler. O makine ile insanın nasıl ‘etkileştiklerini’ dikkatli bir gözle seyredersek şu sanallık denen şeyi biraz kavramaya başlarız. Özellikle chat yapanları veya oyun başındakileri. Artık bütün hisleri meşgul oldukları şey iledir veya tamamen o olmuştur. Dünya o şey halindedir ve onun haricindeki varlıkların çoğu zaman farkında değillerdir.
(Midtown oyununu hatırlayalım.) Son sürat caddelerde sürdükleri taksi sanki kendileri olmuştur. Dönüşlerde bedenlerinin de o yönde hareket ettiğinin, bir şeye çarpınca yüzlerinin aldığı şeklin arabanın parçalanmış şeklinden pek de farklı olmadığının, polise yakalandıkları zaman ki kızgınlıklarının doğrusu ben farkında olduklarını hiç zannetmiyorum. Yani o insan o anda ne ile meşgul ise o makine karşısında, yaşamı o oluyor.
Bu kadar uzun lafın sonunda söylemek istediğim şu.Bugün bize dayatılan hayatın, aslında hayatın aslı olmadığını, ard niyetlerin gerçekleştirilmesi için hazırlanmış; köleleştirici, köleliği yüceleştirici, zihinleri bulanıklaştırıcı, tektipleştirici, zalimleştirici, bencilleştirici, merhametsizleştirici berbad bir kopyası olduğu, ve kopya hayatın o hayatı sürenler için her zaman tedirginlik ve huzursuzluk doğurucu olduğu gerçeğini ifade etmektir.Kurgulanmış bir hayat yaşadığımız. Ama kurgusunda bizim dahlimiz yok.
Ben bu satırları yazarken ve siz bu satırları okurken, belki isteyerek belki istemeyerek, belki farkında olarak belki olmayarak ama muhakkak içinde bulunarak bu kurgunun kurbanı rolünü oynamaya devam ediyoruz.Peki bize bu rolü biçenler kendileri hangi roldeler? Ve hangi hayatı yaşıyorlar acaba?Kurguladıkları hayatı mı yoksa Hayat’ın Kurgu’sunu mu?