bildirgec.org

roman hakkında tüm yazılar

Keske benim zamanimda da…

KoRSaNaY | 17 June 2007 11:12

Simdiki cocuklar harbiden sansli. Stephen Hawking’in fazla sisirildigini iddia edenler olsa da adamin sadece bir organının bilmem kaç yüz milletvekilimiz kadar fikir ürettiği bir gerçek. Neyse, cocuklar sansli ki adam kizi Lucy ile oturmus (lafın gelişi), çocuklar için bir bilimkurgu romanı yazmaya başlamış. Özetle kahramanımız delikanlı George bir bilimadamı ve kızıyla tanışır ve hayatı değişir! Bilgisayarların da marifetiyle, evren ve zamanın karmaşıklığı içinde çılgın maceralara sürüklenir… Okuyun, okutturun..

Melekler ve Şeytanlar Beyaz Perdede

emsvizyon | 17 June 2007 00:47

melekler ve şeytanlar
melekler ve şeytanlar

da vinçi’nin şifresi kitabı ve filmi ile ülkemiz’de de ün yapan Dan Brown‘un, benim en sevdiğim romanlarından olan melekler ve şeytanlar 2008’de beyaz perdeye yansıyacak!.. başrolde yine Langdon rolü ile ( esasında “yine” değil,langdon karakteri ilk burada hayat buluyor) Tom Hanks… bu macera da ki bayan arkadaşı ise Gisele Bündchen… yine Vatikan’ı ve bilim dünyasını kızdıracak bir film olacağı kesin 😉 isviçre CERN de başlayıp Vatikan‘da son bulan öyküyü umarım da vinçi’nin şifresi filmin de ki gibi yavan yapmazlar 😉 bu filmden sonra da illuminati ismi yeniden hortlar ve gündemi yeniden bayağı bir meşkul eder herhalde :)) oysaki keşke madde ve anti madde gibi kavramlar medyatik ve popüler olabilse…
bu filmin de yönetmeni yine Ron Howard… neyse, en kısa zamanda dijital kale ve ihanet noktası‘nı da bekliyoruz…

162 Adamla Yattım Kitabı

admin | 31 March 2007 00:12

Melissa P. ile başlayan hareketin ne kadar ses getirdiğini daha önce hepberaber görmüştük.
Yazmış olduğu kitap o kadar popüler olduki vakit kaybedilmeden filmi bile çekildi.
Geçtiğimiz günlerde ise ülkemizde polemik konusu olan benzer bir konu vardı.
Penis romanı adı altında yayınlanan yazarının muallakta olduğu kitap gündemde gereğinden fazlasıyla yeraldı.

Şimdi ise piyasada yeni bir ürün var,
İngiltereden yine benzer bir haberle karşılaştık.
iki çocuk annesi Suzanne Portnoy’un çıkardığı erotik hatıralar kitabı çok satanlar listesine girmeyi başarmasının ardından gündeme geldi.
46 yaşındaki Suzanne Portnoy, “Kasap, Fırıncı, Şamdancı” isimli üründe, isimdende belli olduğunu gibi tüm bu kişilerle yaşadıkları ilişkileri konu alıyor.
Kitap yeni değil sanırım 8 haziran 2006 tarihinde ortaya çıkmış.
Tarihi gördükten sonra Acaba meçhul penis yazarımızda bu inanılmaz esere(!) daha önce rastlayıp esinlenmiş olmazmı diye düşünmeden de edemedim doğrusu.

Çizgi Roman ve Faşizm

| 26 March 2007 13:55

Herşeyden önce ben bir çizgiroman meraklısıyım, yani burun kıvırıp laf atmak için yazmıyorum ama özellikle 300 filminden sonra bu konu iyice dikkatimi çekmeye başladı. Çizgiroman olarak okuduğunuzda insanı rahatsız etmeyen bazı şeyler, bu çizgi romanlar filme çekildikçe iyice göze batar oldu.

Bu yazıda Amerikan çizgiromanlarından, özellikle 1938’de Süperman’in doğuşuyla ortaya çıkan süper kahramanlardan bahsedeceğim.

1938’e kadar dedektif hikayeleri, komik hikayeler gibi konular hakkında olan çizgiroman 1938’de Action Comics’‘in ilk sayısı ve Süperman’in ortaya çıkışıyla tamamen değişti. Bundan sonra ardı arkası gelmez bir şekilde birçok süper kahraman yaratıldı, bir kısmı tutunup bugüne gelirken binlercesi kayboldu.

Öykü cephesinde yeni bir şey yok!

kahramancayirli | 16 March 2007 23:52

Edebiyat yolculuğuna “Güneşe Dön Yüzünü” adlı öykü kitabıyla çıkan Ayşe Kulin yeniden kürkçü dükkanında. Onu, kendine özgü bir okur kitlesine kavuşturan biyografik romanları olsa da öyküyle soluklanıyor besbelli.
“Bir Varmış Bir Yokmuş”, yedi gerçek, altı kurgu öyküden oluşuyor. Ama bütün öyküler birbirleriyle paslaştığı için hayalle gerçek arasındaki çizgi yer yer kayboluyor. Örneğin “Hayal” öyküsündeki Güllü, “Annabella’nın Öyküsü”ndeki Annabella’dan çok daha gerçekçi duruyor.
Kulin’in gerçek öyküler tarafındaki anlatımına biyografik romanlarındaki üslubu hakim. Yani akıcı, oturmuş bir dil. Öykülerin başında sayıca çok fazla karakter var, fakat öyküyü boğan bu karakter karmaşası sayfalar ilerledikçe yok oluyor, taşlar yerine oturuyor.
Ayrıca bütün öyküleri okuduğunuzda karakterlerin kimi ortak özellikleri dikkat çekiyor: Birçok dil konuşabiliyorlar, özgürlüklerine düşkünler, seyahat etmek istiyorlar. Erkek karakterler hep uzun boylu. Kulin’in uzun boylu öykü karakterleri hep yakışıklı. Gerçek öykülerde karakterler dönüp dolaşıp İstanbul’a geliyorlar.
Gerçek öykülerin sonuncusu olan “Ölümün Şerefine Sıkılan Kurşun”, Mehmet Faraç’ın Töre Kıskacında Kadın (Günizi Yayınları, 2004) isimli kitabından kısaltılarak alınmış. Burada bir problem yok ama kurgu öykülerden “Kurban”daki Seher’in sonunun kitabın öbür yüzündeki Rabia’nın sonuyla aynı olması hoş değil. Öyküler arasında küçük göndermeler olduğunu yazar da belirtiyor fakat Seher’e farklı, daha çarpıcı bir son da yazılabilirdi.
Kurgu öyküler farklı farklı kaleme alınsalar da genel olarak bir roman bütünlüğündeler. “Hayal”de tanıştırıldığımız Gül, Güllü ve Musta’nın öyküsü farklı ağızlardan tam 184 sayfa sürüyor. Bazen Gül Hanım’ın kedisinin (Kedi), bazen de Halil’in ağzından (Soytarı). Yunus Ufo’nun sırrını öğrenebilmemiz için “Ada’ya Mektuplar”ı beklememiz gerekiyor.

“Tutunamayan” akademisyenlerin hal-i pür melali

kahramancayirli | 16 March 2007 18:03

Bugün 8 Eylül. Yani Temel Okur Yazarlık Günü. Çocuk Vakfı Çocuk Edebiyatı Okulu’nun bugün sebebiyle hazırladığı Türkiye’nin Okuma Alışkanlığı Karnesi’ne bakınca durumumuzun neden içler acısı olduğunu, AB kapılarında daha uzun süreler bekletileceğimizi anlamak güç değil. Çalışmanın tüm bulguları, üzerlerinde tek tek düşünmeyi gerektiriyor ama ben bu yazımda hepsine değinemeyeceğim maalesef.
Gazi Üniversitesi’ndeki 1915 öğretim üyesiyle yapılan araştırmaya göre öğretim üyelerinin yüzde 21.9’u sadece akademik yayın okuyor. Yüzde 56.2’si ayda bir-iki kitap okuyor (Radikal, 7 Eylül 2006). Şaşırmadım. Ayrıca aynı vahim tablo bütün üniversitelerimiz için geçerli. Özellikle büyük şehirlerde aldıkları maaşlarla zor geçinebiliyor örneğin araştırma görevlileri, okudukları son kitabı veya takip ettikleri akademik yayınları sorduğumda durup epey düşünmeleri bu yüzden. Fakültelerde küçücük odaların her birinde üçer-dörder araştırma görevlisi sıkıştırılmış vaziyette. Fiziki imkanların yokluğundan son derece rahatsızlar ve hallerinden memnun değiller. Hatta oda yokluğundan büyükçe bir odanın kapısında dört-beş profesörün ismini görmek mümkün. Oysa vakıf üniversiteleri bu açıdan cennet gibi, devlet üniversitelerimize kıyasla.
Akademisyenlerimizin (bir kısmının diyelim hepsi değil) okumamaları ve kendilerini geliştirmemeleri sadece fiziki olanakların yetersizliğinden kaynaklanıyor olamaz. Uzmanlık alanıyla ilgili her yayını takip etmeye çalışan, sürekli okuyan, bilgi saçan, aydın akademisyenlerimiz de var. Hangi kitaplara, hangi dergilere gelirimizin ne kadarını ayırıyoruz? Zira ilk paragrafta bahsettiğim çalışmaya göre ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235. (evet iki yüz otuz beşinci) sıradaysa diyecek söz kalıyor mu?
Elbette kalıyor. Okuyup, kendini geliştirmeyen akademisyenler öğrencilerine ne öğretebilirler ki? Teorik bilgi mi? O zaten kitaplarda da var diyeceğim ama malum kitap da okumuyoruz.
Üniversite: Kutsal bir yer
Akılcı düşünen, sorgulayan, okuyan, toplumu iyi yönde etkilemeye gayret eden cesur gençlere her zaman olduğundan daha çok ihtiyacımız var. Bu gençlerin artması için sorgusuz sualsiz ezberlenmiş bilgiye yönelten eğitim sistemimizden derhal kurtulmamız gerek. Ve eğer biz ağzımızı açmazsak, meydan cahillere kalır.
Yepyeni bir eğitim-öğretim yılının eşiğindeyiz. Hiçbir şey değişmiyor. Üniversite hocaları bile ellerindeki silahların finaller, sınavlar, derslerden kalmamız olduğunu sanıyorlar. O kadar yanılıyorlar ki. “X Hoca’nın sınavından kaç almıştın sen bakayım” diye sormayacak hiç kimse bize, not için ezberlediklerimiz değil sorarak, düşünerek, mantıksal bağlantılar kurup yorumlayarak öğrendiklerimiz kalacak yıllar sonra yanımızda.
Mevcut üniversitelerden mezun olanlar zaten işsizken on beş yeni üniversite açanların “Tutunamayanlar”dan haberi var mıdır acaba? Oğuz Atay’ın mizahi cümleleri son söz olsun şimdilik: “Olamaz. Orası üniversite. Kutsal bir yer. Oradaki hocalar bizim lisedeki gibi mıymıntı değildir. Orada herşey başkadır. Profesörler, ders sırasında öyle sözler bulup söylerler ki insan altüst olur. Ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini bilemez. İnsanın o güne kadar aklına gelmeyen öyle bir noktaya parmak basarlar ki önünüzde ufuklar açılır; o zamana kadar bunu bilmeden yaşamış olduğunuzdan utanırsınız.” ( Tutunamayanlar, Oğuz Atay, sayfa 362-363, İletişim Yayınları, İstanbul)

Küçük insanların büyük öyküleri

kahramancayirli | 16 March 2007 15:52

Kocakafa Sait’i, Makara Hasan’ı, Hidayet’i özlemişim. Üçünün annesi de işçi, üçü de babasız; beş, altı, yedi yaşında bu üç kafadarın ortak paydalarından biri de Sütlüce’den bıkmış olmaları. En son ortaokuldaki Türkçe kitabımda bıraktığım “Üç Arkadaş”la yıllar sonra yeniden karşılaşıyorum. Senelerdir görmediğiniz eski bir dostunuzun aniden karşınıza çıkıvermesinde olduğu gibi heyecanlanıyorum.Epsilon Yayınevi, Orhan Kemal’in öykü ve romanlarını yeniden yayımlamaya devam ediyor. 1958 Sait Faik Hikâye Ödüllü “Kardeş Payı”nı sundular bu kez okurlara. On yedi kısa öyküden oluşan “Kardeş Payı”, kitaba ismini veren, hamalların dünyasında gezindiğimiz öyküyle açılıyor. Ekmek parası peşindeki hamalların en aptalı Siverekli, nefes nefese girer kahveye. Kahvede oturan hamalbaşından depoda yadırgı hamallara iş başı yaptırmalarının hesabını sorar. Oysa tonu iki buçuk liradan pazarlık edilmiş, ertesi gün iş başı yapılacak. Var mı böyle oyun bozmak!…Karınlarını doyurmaya çabalayan hamalları anlatarak başlayan kitap, dünya kadar eşya yüklü kocaman bir kamyonun seyrüseferiyle sürüyor. İri burunlu kamyon sahibiyle yirmi beşlik şoför, kel dağlar arasında yol alıyorlar. Eczane kızları, gece gizlice mutfağa sızmaya çalışan büyükbabalar, kırmızı mantolu kadınlar, kenar mahallenin birbirlerini çekemeyen dedikoducu hanımları… Velhasıl, küçük insanlar ve işçileri anlatıyor yine, Orhan Kemal. İçerden yani mahpustan öyküler de var ayrıca.Kızına toz kondurmayan Fehime Hanım’ın kızını anlattığı “Çirkin”, kitabın öne çıkan bir başka öyküsü. Her genç kız gibi her sabah ayna karşısında uzun uzadıya boyanan kıza sokaktaki delikanlılar “yoğurtlu patlıcan” benzetmesini yapıyorlarsa, o kızın halet-i ruhiyesi nasıl olur tahmin edebiliyor musunuz? Birçok yazarın karşı cinsi kendi cinsi kadar başarıyla anlatamamasına inat Orhan Kemal’in ustalığı bu noktada da belli ediyor kendini. Siverekli hamalı anlatırkenki yetkinliği, bakkalın sarı saçlı, mavi gözlü karısını anlatırken hiç eksilmiyor.