Ellerimle ördüğüm kalın duvarlar arasındayım, tek başıma… Kendi adıma çok da fazla umut katmamıştım hani, kabuslar dolusu korkularım yığılmıştı harcını kararken. Gelecek de beklememiştim; tek yapabildiğim, bulabildiğim bir parça sevinci yaşamaktı, sonrası bir meçhul olsa da. Aklımı küçümsemiştim, ne zaman ‘olmaz’ dese; sen karışma diye bir haykırış kopuyordu sol yanımdan. Ya sonra!

Unutmak için ettiğim her yeminde, karşıma çıkıyor, harcı umutlar ve korkulardan karılmış lacivert duvarlar. Beynime saplanan bir çift umut çekirdeği ertesinde, aklımın ücra bir köşesine savrulmuş bayat tesellileri sürüyorum efkar şarjörüne. Bu defa bitti diyorum, son diyorum, yıkılacak bütün duvarlar diyorum, kurtulacağım diyorum… Her kırmak, dağıtmak, yıkıp geçmek için düşünce yağmuruna tuttuğumda onları; dökülüyor başımdan tüm bedenime, şafağın avuçlarından saçılan kıpkızıl bir öfke. Bir metrekarelik pencereden odayı kaplayan, allar arasındaki güneşin yeni bir veda merasimi. Şimdi, duvarlar daha da karanlık gözüküyor, ya da ben hiçbirşey göremiyorum.