Yaz sıcaklarının bastırdığı bir günde, kampüsün içlerine doğru öylesine yol alırken konferans salonuna bir gözatayım dedim. Meşhur sayılmayacak fakat muhtemelen güzel işlere imza atmış bir konuşmacı önünde masa ve sandalye, masanın üzerinde de mikrofon olmasına rağmen tipik ‘gençlere hürmeten’ konuşma üslubunca ayakta ve elinde mikrofonla anlatıyordu. Genelde sıkıcı olduğuna inandığım konuşmalar olurdu bu salonda fakat bu sefer ilgimi çeken bir konu vardı: Yazmak…

Konuşmacı 50’li yaşlarda bir hanımefendi. Uzun yıllar öğretmenlik yapmış, yazmaya aşık, fakat yazdıklarıyla çok da meşhur olamayan, ama yine de çok yazan bir yazar. Önce hayat hikayesini anlatıyor ve hayatının üstüne ‘yazma’ya ayırdığı zamanları ve getirilerini iliştiriyor. Yazmaya ne kadar tutkun olduğunu anlamamak mümkün değil, fakat dinleyen kitle üniversite gençliği olunca durum gittikçe zorlaşıyor tutkularını anlatırken sayın konuşmacı. Zira bir konuşmacı olarak, yazarlığı kadar başarı gösteremiyor sayın konuşmacı.