bildirgec.org

kibele hakkında tüm yazılar

Anadolu’nun İlk Hac Merkezi: Pessinus

hasilikelam | 07 April 2010 15:50

Pessinus, Güney Sakarya dolaylarının ilk çağda en tanınmış şehirlerindendir. Sivrihisar’ın 16 km. güneyinde bulunan ilk çağın bu antik şehrinde bugün Ballıköy yer almaktadır. Daha çok bir Frig şehri olarak bilinen Pessinus, tarihte ‘Pessimonte’, ‘Pessinunt’, ‘Pessinonte‘ olarak da adlandırılmakta idi.
İlk çağda Pessinus’un önemli bir yere sahip olmasının nedeni ise Kibele Tapınağı’nın burada bulunmasıdır. Ayrıca ünlü Kral Yolu da Pessinus’tan geçmektedir.

Pessinus'tan da Geçen Kral Yolu Haritası
Pessinus’tan da Geçen Kral Yolu Haritası

Kibele’nin Önemi
Kibele(Kybele), binlerce yıl evvel özellikle Anadolu’da yaşayan insanlar tarafından benimsenmiş, kutsal kabul edilen, sosyal hayatta da önemli bir yere sahip olan bir Tanrıçadır.
Tanrıça Kibele’nin birçok özelliği vardı. O dönemdeki inanışa göre Kibele, Tanrıların en büyüğü idi. Bereketin sembolü, doğanın ve dağların anası, şehirlerin kurucusu idi. Frigler döneminde, Tanrıça Kibele’ye, altın tacı, elinde dümbeleği, zarif elbisesi ile aslan başlı bir taht üzerinde oturur şekilde sembolleştirilerek tapılırdı.
Pessinuslular, ona Agdisti ve zaman zaman o yöredeki kutsal dağ Dindimus’tan ilham alarak Dindimen de derlerdi. Aynı zamanda Büyük Ana, Muhteşem Ana, Ulu Ana olarak da adlandırılmıştır.

Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde Frigya  Dönemine ait (M.Ö. 6. yüzyıl) Tanrıça Kibele Heykeli
Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Frigya Dönemine ait (M.Ö. 6. yüzyıl) Tanrıça Kibele Heykeli

Tanrıça Kibele İnanışı, Hititlerin Kubabaadındaki Tanrıça inanışlarının bir devamı olarak da kabul edilebilir.

Doğanın Devamını Sağlayan Üretken Güç; Kadın…

Methods | 22 September 2009 12:41

Çatalhöyük
Çatalhöyük

Doğanın Devamını Sağlayan Üretken Güç; Kadın…

Doğanın hiç değişmeyen kanunu bu; başrolde ise ilk çağların doğurgan kadın imajına sahip ana tanrıçaları.

İnsanlar yüzyıllarca onların kutsallığına, yaşam verme gücünü ve bereketine inanarak onları temsil eden semboller çerçevesinde insan doğumu, yaşamın korunması ve devamlılığının sağlanması için varolmalarına izin vererek onlardan medet umdular.

İnsanın doğumunu temel alan konularda doğurgan kadın ve bilhassa rahim ön plana çıkmış ve bu göstergeler belli nesnelerle eşleştirilerek mitolojilerle anlatılagelmiştir. Doğumun temel simgesi olan doğurgan kadın, simgeler dünyasında başrolü oynamış ve tarih sahnesini binlerce yıl terk etmemiş, biyolojik ve anatomik göstergeleri sembolizm dünyasını ana temasını oluşturmuştur.

Eskişehir ne kadar Eski?

MerakliKedi | 30 October 2006 14:05

Şeker bayramında Eskişehir’e gitme önerisi geldiğinde “iyi ama neden” dedim içimden. Ama öneri güvenilir yerden geliyordu ve bir gece kalınacaktı. Kısa ama iyi bir kültür gezisi olabilir diye düşündüm. Bayramın ikinci günü, erken saatte yola çıktık ve beş saatlik yolculuğun sonunda Eskişehir’e ulaşmıştık bile.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar ve gitmemiş olanlar, açık açık söylemeseler de benimle aynı şeyi düşünüyordur; Eskişehir’de ne var ki? Öncelikle çok iyi bir rehberle başladık yolculuğumuza. Ertuğrul Algan sanat tarihi eğitimi almış bir üniversite hocası. Tüm sorularımızı eksiksiz cevapladığı gibi bize kültür, tarih ve doğa gezisi yaptırdı.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi dışında da adını duyurabilecek özellikle sahipmiş. Örneğin Odunpazarı’ndan sonraki ilk durağımız olan Ballıhisar (Pessunus), Frig’lerden kalan anıtlarıyla inançları sorgulatıyordu. Ana tanrıça Kibele’ye yapılan ibadet, rahiplerin kendini adama şekillerini dinledikçe, Muazzez İlmiye Çığ’ın kulaklarını çınlattık bolca. Ballıhisar bu güne kadar çok az kazılmış. Rehberimiz köyün sit alanı ilan edildiğini ve çok kısa bir sürede baştan sonra kazılacağını söyledi. Efes boyutlarında bir antik şehir çıkması bekleniyormuş.
Oradan Sivrihisar’a geçtik. Şirin bir köy. Ama köydeki kocaman Ermeni kilisesine inanamazsınız. Bu boyuttaki bir köyde bu kadar kiliseye gerek var mı diye düşünürken cevabını rehberimiz verdi. 1800’lerin başında 32.000 olan nüfusun 15.000’i gayri müslim imiş ve bunun da 1500 kadarı Ermeni. Bu toprakların nasıl bu kadar yaratıcı olduğunun göstergesi sanki bunlar. Bir zamanlar nasıl da böylesi sevgiyle yoğrulmuş, kardeşlik içermiş bu topraklar. Sonra ne olmuş? Gerçekten sonra ne olmuş acaba – zira yıllarca bir arada yaşayan bu insanlar gittikten sonra ibadethaneleri neden gübre deposu olarak kullanılmış? Bunu anlamak, buna inanmak o kadar zor ki…