bildirgec.org

gidenler hakkında tüm yazılar

HİÇ

Canopus | 23 January 2008 20:06

HİÇ

Son bir ağlayışı bu kadınların ve adamların,
Elleri asitli ve zehirli,
Elleri kirli ve katil,
Yakıyor heryerini değdiği günahkar hayatların.

Bizi burda vurmadılar ki, tepelere çıkardılar,
Ne farkederdi hem, gözler ekrandaki cinayete pek bir alışkınlar…
Ecdadımızı okudular,
Adımızı sanımızı, benzin döküp yaktılar, yıktılar…

Ne su dökülür artık bu yangına,
Ne de Fatiha okunur, adı unutulanlara.
Gittik, bittik, yandık.
Toprağa karışmak da olmadık,
Topraktan doğacak da olmayız.
Biz ancak, bir avuç kül olur, savrulur,
Tek bir nefeste deriz ki ‘dağıldık’.

baba ve işkembelinohut sonrası

kopanisti | 15 June 2007 11:08

Akşam sırtı ağrımış, midesi bulanmış ve tuvalete girmişti. Uzun süre çıkmayınca eşi meraklanmış, biraz da panik yapmış yakınlarında oturan oğlunu aramış durumu anlatmıştı. Oğul geçmişte yaşananları hatırlayıp, derhal yetişmişti. Eve geldiğinde babasını tuvaletten çıkmış salondaki koltuğa uzanmış halde görmüştü. Baba nasılsın dedi usulca. İyiyim oğlum merak etme. Baba hadi hastaneye gidelim, bu gece orada kal, içimiz rahat olsun. Bırak oğlum ben rahatım, ne olcak hastanede bir gün fazla mı yaşatacaklar.
Ertesi gun doktor sabaha kadar iki kez kalbinin durduğunu ve iki kez elektroşokla yaşama döndüğünü anlatmıştı oğula. 3 gün yoğun bakımda kalmalıydı. Üç gün yoğun bakımda kaldı. Anne evde üç gün eşini bekledi. Oğul üç gün hastanede yoğun bakımın kapısından babasını seyretti.
Üç gün sonunda baba açılmıştı biraz, özel hastane pahalıydı, sosyal imkanları nedeniyle üniversite hastanesi koroner bakıma sevk edildi.
Doktor oğula beşinci gün açıklama yaptı. Babanız hastanede kalmak istemiyor, durumu kötü, anjiodan sonra damarların değişmesi gerekiyor, ama kabul etmiyor, beni burada zorla tutamazsınız size dava açarım diyor, karar sizin.
Oğlum beni eve götür, annen merak ediyordur, yaşadım ben bu kadar sene, bu yaşta ameliyatlarla, acılarla, kanlarla uğraşamam, anneni ve sizleri perişan edemem, bırak üç gün daha yaşayacaksam evimde yaşayayım, ne farkeder, hem ameliyatta gidersem daha çok üzülürsünüz.
Bu günler evinde mutlu ve huzurluydu, oğlu sabah akşam ziyaretine geliyordu, torununu görüyordu, onunla oynaşıyordu, eşiyle hiç olmadığı kadar güzel tatlı sohbetler ediyor ve O’na sürekli böyle huysuz bir adama kırk yıl katlanabildiği ve hiç şikayetci olmadığı için teşekkür ediyor Allah senden razı olsun diyordu.
İşkembeli nohut yemeğini çok güzel yapar, ertesi gün de dükkanına giderken yemeğin işkembesinden biraz alır, dükkanını satışa hazırladıktan sonra onları ince ince keserek piknik tüp üzerinde biraz kavurur, üstüne yumurta kırarak sıcak ekmek ile yerdi.
Bu son gün oğul işten çıkınca yine ilk baba evine gitti. Yine annesi açtı kapıyı . Babam nerde anne? Yemek yedik oğlum biraz önce, çok güzel yedi biliyormusun bence iyileşiyor merak etme sen, hatta iki bardak da ayran icti, bana da çok güzel iltifatlar etti inanamazsın, biraz yatayım, oğlum gelince kalkarım dedi, hadi kaldır istersen seni bekliyor.
Oğul odaya girince babasını uyurken buldu, gözleri ve ağzı açıktı, yanaklarından öptü, ellerini tuttu kokladı, üzerine eğilip sarıldı, tekrar yanaklarını öptü. O anda annesi de geldi yanına, oğul babasının üzerini örttü ve annesine sarıldı. Anne de ne olduğunu anlamıştı.
Oğul her babalar gününde işkembeli nohut kokusu algılar beyninde, sımsıcak bir koku. Salça ile işkembenin karışımından oluşan iştah açan bir boku. O’nun kadar güzel yapamaz bu yemeği ama O’ndan öğrendikleriyle yaşar hayatını.
Malzemeler: Bir gece önceden suda bekletilmiş koç başı nohut, işkembe, soğan, yeşil biber, tuz, zeytinyağı, salça, pul biber, kuru nane, kekik, kimyon, düdüklü tencere, baba, anne, oğul, gelin, torun………….

kısa saçlı çocuk

| 02 June 2006 18:09

“yazı yaz” yazmalıymış sanki “yazı gönder” yazan yerde.
bakınca yaz mevsimiyle ilgili bir şeyler de yazılabilirmiş dedim aslında. ama şu saat itibariyle pek de içimden gelmiyor açıkçası. hele ki önceki yazdıklarım uçup gitmişken bu pencereden.

“yazın gelir” derlerdi;
yazardım,
gelmezdin…

belki anlaşılmazlığın kiniydin.

ama şehrin en güzel kokulu sakiniydin.
ekmek gibi kokardı tenin;
su gibi,
çiçek gibi…
bir gülü dererken içine çekmek gibi…

naif duygular bazen boğabiliyor insanı kentte. ezilmez maskeler giyip duygusuz dolanmak gerekebiliyor ortalarda. ya birileri hâlâ duygularımız olduğunu farkedip bizi kullanırsa?