bildirgec.org

fobi hakkında tüm yazılar

Kıyamet sitesi, A blok

winmaker | 09 February 2007 12:48

İnsanların, alışveriş arabasını tutmadan bile iki kere düşündüğü, hatta iki kere düşünmeden önce sakin kafayla evde bir kere düşünüp yanında kendi tutacağını getirdiği 2007 yılındayız. Şimdi bu canı tatlı arkadaşlar gökten atom bombası veya meteor düşmesi ihtimaline karşı dağların içine dev sığınaklar inşa etmeye başlamışlar. O kadar uzağa gitmeye üşenenler için ise eve servis hazır yeraltı evleri tasarlamışlar. Bu da demek oluyor ki gelecekte kapalı yer fobisi olanlar seleksiyona uğrayacaklar ve yerlerine agorafobik bir tür geçecek.

Adsense Tıklama Fobisi, Reklam Körlüğü ve İnternet Kullanıcı Araştırmaları

tenedian | 28 December 2006 17:05

Türk internet kullanıcısının reklamlara tıklama konusunu inceleyen bir araştırmaya rastlamadım. Türkiye’de yapılmış bir araştırma bu konuyla ilgilenmemiş haliyle. Ulaşabildiğim bir diğeri ise buraya aktarılamayacak kadar zayıf, yetersiz ve herkesin oturduğu yerden yapabileceği düzeyde. Dünyadaki araştırmalar için buraya, buraya,
buraya bakabilirsiniz. Dünyadaki tıklanma oranının %1.5 ile %2,5 civarında
olduğu söyleniyor. Ama kişisel tecrübem bizde bu oranın çok daha az olduğu.
Çevremdeki internet kullanıcıları arasında yaklaşık iki yıldır yaptığım soruşturmalarda gördüm ki biz tıklamaya korkuyoruz. Üstelik bu soruşturma kapsamına giren kişilerin hatırı sayılır
bir bölümü interneti ya profesyonel olarak ya da diğer sebeplerden çok yoğun olarak kullanan bir kesimi temsil ediyor. Reklam körlüğünden (kaynak 1) (kaynak 2) bahsetmiyorum.
Kullanıcı reklamı görüyor, reklam ilgisini çekiyor. Bu anda kullanıcıdan beklenen davranış
reklama tıklamak olmalı değil mi?
Hayır, ya reklamı görmemezliğe geliyor, ya da, çok sık itiraf edilen bir durumdur, reklamın adresini alıp, başka bir sayfa açmaya üşenmeden yeni sayfaya
yapıştırıyor ve ilgisini çeken sayfaya oradan gidiyor. İstatistiki olarak, en azından benim
ulaştığım sonuca göre, bu kulağı tersten gösterenlerin çoğunluğunu internet ile iyi
kötü hatta iyi ilişkileri olan grup üyeleri oluşturuyor. Ev hanımları, emekliler gibi
internet ile yaşamlarının belli bir noktasından sonra tanışanlar ile interneti nisbeten daha az
kullananlar reklamlara daha fazla tıklıyorlar. Tabi eğer çocukları bu sayfalardan
virus kapılacağı konusunda kendilerini bilgilendirmemişlerse !!! Bu cümle ile bu adsense
fobisine, hatta zaman zaman düşmanlığına yol açan olası nedenler ne olabilir sorusuna
geliyoruz. Bu arada yine kendi sayfa istatistiklerimden edindiğim bir bilgiyi de
sizlerle paylaşmak isterim: Allah hintlilerden razı olsun. Eğer sayfanız ingilizce ve
herhangibir konu üzerinde yoğunlaşmış bir sayfa ise ne yapıp edin hintlilere ulaşmanın
bir yolunu bulun. 2007 yılında hintli internet kullanıcısı sayısının 100milyona ulaşacağı
tahmin ediliyor. (Kaynak). Sayıdan önemlisi de ziyaretçi her 10 hintliden 3 veya 4 ünün adsenselere tıklıyor olması.
Konu güçlü ise (bu aynı zamanda reklamın konuya tam uygunluğu anlamına da geliyor)
tıklanma oranı daha da artıyor. Demek onlara virus bulaşmıyor, subtropikal bölgedeler ya,
bağışıklık sistemleri güçlü zaar.
Adsensefobi ya da düşmanlığının belli başlı üç nedeni var gibi: 1- Cehalet 2- Adam niye
para kazansın düşüncesi. 3- Tabi bir de adsense’i abartan ve hatta sırf adsense’e
yönelik hazırlanmış sitelerin olumsuz etkisini de unutmamak gerek, bunlara tepki
olarak da bir bölüm insan tıklamaktan vazgeçiyor olabilir. Kurunun yanında yaşın da yanma olayı.
Elbet aramızda bu fobiye sahip olanlarımız da var, özgürce ilgisini çeken reklamlara tıklayanımız da. Tıklayanlardan tıklamayanlarla ilgili tecrübelerinin, tıklamayanların ise buraya yazılmamış fobi nedenlerinin paylaşılmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

Fobi?

buz dokuz | 03 December 2006 15:36

Bu resmi yapan kişi bir akıl hastası. Ancak resmin bu kadar ünlü olmasının sebebi bu degil. Hastanın nadir görülen hastalığının yanında (bununla ilgili bir bilgi vermemişler) ayrıca bir fobisi varmış, ki asıl konumuz bu. Rus blogger’lar aleminde ses getiren bir blog sahibinin dediğine göre, psikiyatri profesörü onlara bu resmi gösteriyor; dikkatlice bakmalarını, resimde hastanın fobisinin ne olduğuyla ilgili bir işaret olduğunu, bunu bulmalarını söylüyor. Verdiği ipucu da şu: “Ayrıntılara takılmayın, resmin bütününü görmeye çalışın. Eğer tüm cisimler kaldırılırsa resim neye benzer, onu düşünün.”

GÖZLÜK

menese | 21 July 2006 23:53

Miyop olduğumu ortaokulun son sınıfında tahtayı görmede zorlanınca anladım..Hocanın gözüne çarpmamak için yer aldığım arka sıralar artık benim için eziyet verici bir hal almıştı..Ne kadar tembel olursan ol hocanın tahtaya yazdığı şeyleri görmek,anlamak ihtiyacı hissediyorsun..Bir yerde racon icabı olarak da korumam gereken mekanım olan arka sıralardan tahtayı görmem,ilk zamanlarda gözlerimi kısarak mümkün olabiliyordu..Ancak sonraları gözlerimi öylesine kısmaya başlamıştım ki bu sefer de hiç bişey göremiyordum..”Göz kısma”nın işlevsizliği beni yeni arayışlara itiyordu..Bir gün iğneyle delik açılmış kağıt kullanarak gayet net görebildiğimi keşfettim..Tabii bu aşamaya gelmeden önce deliği,elimin baş,işaret ve orta parmağını birleştirerek oluşturup,deneylerimi sonradan kağıt üstüne aktardığımı söylemeliyim..Elimi bu hale getirip de etrafa bakmam yanlış anlamalara,alaycı gülüşmelere yol açınca bu yöntemden vaz geçtim..Aynı şekilde gözümün önünde tuttuğum “delik kağıt parçası” usuluyle tahtayı okuyabilme çabalarım da öğretmenler ve arkadaşlarca doğal olarak pek tuhaf karşılandığında artık çaresizdim..Ne yazık ki gözlük edinmem şart gibi görünüyordu..Şu an bence de çok tuhaf ama o zamanlar bu zorunluluk bana ölümden de beter geliyordu..Sınıfta kalırdım hatta -gülebilirsiniz- ölürdüm de”dörtgöz” olmazdım..Bu durumda yapacak tek şey ufak ufak sıra atlayarak ön taraflara doğru yol almaktı..Böyle böyle en ön sıraya kadar gelmiştim..Ancak yine de tahtayı doğru dürüst göremiyordum..Ben de dersleri yanımdaki arkadaşın defterine bakarak takip etmeye başlamıştım..O aralar en korktuğum şey öğretmenin beni ayağa kaldırıp “oku bakalım oğlum tahtaya yazdıklarımı yüksek sesle” deme ihtimaliydi..Eee..Adı üstünde ihtimal..İşte o ihtimal gerçekleştiğinde sıradan çıkıp tahtaya iyice yaklaşıp okumaya başlardım..Öğretmenin “oğlum yerinden okusana,ne geldin buraya” laflarını da duymamazlığa gelerek tabii..Üniversite de dahil tüm öğrenimimi hiçbir mecburiyetim olmadığı halde “yarı kör” olarak geçirdim ki bana bile bu saçma inadım şimdi inanılmaz geliyor..Bu arada bir gözlük edinmiş ancak bunu deneme amaçlı olarak geceleri ya da beni kimsenin görmediğine emin olduğum yerlerde takıyordum..Bir de evde televizyon izlerken kullandığım bu gözlüğü sinemaya gittiğimde de gizlice cebimden çıkararak kullanırdım..Ve eşşek kadar olduğum halde hala gözlüğü tüm yaşantıma yayamıyordum..”Gözlük takma”nın bende böylesi etkili bir fobi oluşturmasının sebebi ne olabilirdi..Bu sorunu ancak otuzluyaşların sonuna geldiğimde ayrıntılı olarak düşünmeye başlamıştım..Dahası artık rahatca istediğim zaman gözlük detakabiliyordum..Bu aşamaya gelmemde yaşlanmanın getirdiği rahatlamanın önemli rolü vardı..Daha doğrusu gözlüğün bende oluşturacak artı “çirkinleştirici” işlevinin etkisizleşmesiydi söz konusu olan..Bir de “fobi”den kurtulmanın yollarından başta geleni olan “etkenin üzerine gitmek” teorisinin,yani burada gözlük takmayı kafaya takmamanın pratiği,önemliydi..Bu pratiğin artı bir değer olarak “yaşlı” kişide “karizma” yaratması da yadsınamazdı..Şimdi yukarıda dediğim gibi kendime de sorduğum ve üzerinde düşündüğüm bu “fobi” nin kökenlerine inersekşunları bulabiliyoruz:i. Her yaşta hareketi kısıtlayan gözlüğün,yerinde duramayan ve oyundan oyuna zıplayan bir çocuğa nasıl birengel oluşturacağını anlatmak gereksizdir bile..ii. Yine çocukluğumuzda tek tük olan gözlüklü arkadaşlarımızla hep bir ağızdan hem de nağmeli olarak “döörtgööz,döört gööz” lirikleriyle alay etmişliğimiz gerçeği var ki o aleti kendi burnumuz üzerine oturtmayıaklımızın ucundan bile geçirmemeyi kafamıza çakmıştır..iii. Bursa işi bir bıçak dahi,gözlüklü bir yiğidi kavga halindeyken söylenen “gözlüğüne bi sıçarım dünyayıbombok görürsün”lafı kadar yaralayabilir mi..iv. Özellikle yerli filmlerimizde görürüz ki en şahane kızlarımız,en yakışıklı jönlerimiz sadece bir gözlüktakarak çirkinleşir;çevresince küçük düşürülen,silik ve başarısız bir tip haline gelir..evet..evet..sadece bir gözlük takarak..hadi bakalım bu filmleri izlemiş bir çocuğa bu şeyi taktırın..v. Adı üstünde “gözlük” bir kusurun belgesidir..vi. Okulda bir aşağılanma nedenidir..Öğrenciyi “inek” olarak gösterir..Belki dahası vardır falan ama bu kadarı da bir çocuğun büyürken,beraberinde bir fobiyi de büyütmesine yeterde artar bile..

it still sucks to be me

| 07 March 2006 17:58

üç noktalı cümleler yazmak istiyorum yine, ama vaktim çok yok. insan, arasıra kafasına takılan şeyleri bir yerlere yazarak kafasını biraz boşaltabiliyor. günlükleri bu yüzden seviyorum.

bu yüzden de kısa bir hayat özeti yazıyorum yine: – “karabasan arkadaşım”la karşılaştım yine. böyle bir ismi başka kimsenin birisi için kullanabileceğini sanmıyorum; çünkü her kullanışımda bana da hâlâ garip geliyor. anlamına gelince: yurtta kaldığım o depresif günlerde (10 yıllık o sürenin 8-9. yıllarında sanırım) geceleri uyuyamaz olmuştum. çünkü nedenini bilmediğim bir sebepten, karabasan tabir edilen “şey”(ler) musallat olmuştu ve okulu da epey kötü etkiliyordu bu durum. geceleri uyuyamıyordum. uyuduğumda ise, üzerimde tahminen 200 kiloluk görünmez bir sumocunun ağırlığıyla uyanıp çıkmayan sesimle yardım istiyordum. kimseler duymuyordu. çare olaraksa, gündüz uyuyup akşam uyanık kalmayı buldum. epey idare ettim bu şekilde. bu yönteme başlamadan önceyse, gece gelen karabasandan sonra sinirlenip yataktan kalkıyordum; sigaramı, gitarımı, ders notlarımı alıp koridorun başındaki masaya geçip gün doğuşuna kadar vakit geçiriyordum küfrederek. yalnız dikkatimi çeken şuydu ki, o masada tanımadığım bir genç daha oturuyordu. başlarda soğuk davrandık birbirimize. derken bir gece (atıyorum 04.00 sularında) sordu “ne işin var bu saatte her gece burda?” diye. – “inanmazsın söylesem de” dedim. güldü, “inanırım” dedi. – “hoca, gülersen uçarım ama bak. anlatıyorum.” deyip anlattım hayali arkadaşları. sordum sonra, “sen ne geziyorsun peki bu saatte?” diye. o da güldü: – “aynı nedenden!” epey güldük orda. sonra epey gün doğuşu izledik karabasanlara küfrederek. takip eden günlerde derslerimi epey kötü etkilediğinden çözüm yolu aradım, ve psikolojik olduğunu farkettikten sonra bir daha böyle bir sorunum olmadı. ama hâlâ aklıma geldiğinde gülerim. geçen gün metroda karşılaştık kendisiyle. yanında bir eleman daha vardı. biz yine eski günleri anlatıp güldük, yanındaki de bizlere “pathetic loser” bakışı fırlattı, ifrit oldum. yine de güldüm.