bildirgec.org

empoze hakkında tüm yazılar

Sana Diyorum Sevişsene…

bilisikbey | 10 July 2010 11:05

Merhaba Arkadaşlar
Savaşların % 70 nin psikolojik olarak sürdüğü günümüzde bize dikte edilmeye çalışılan onlarca mevzudan biri olan cinsellik konusuna değinmek istiyorum.Ve bu konunun üzerinden toplumun nasıl yıpratılmak istediği hakkında kendimce fikirlerimi sunacağım.Görsel ve yayınsal medya , bazı işitsel medya organları , sinema gibi faktörler reyting kaygısıyla maalesef bu toplumun ahlakını pazara çıkarıyorlar.Peki bu tarz bir yaklaşım bize neleri kaybettiriyor.Farkında olmadan umursamadığımız bu gidiş , bize daha nasıl kayıplara neden olacaktır.Çünkü tabiri caizse kaftanımızdaki yırtık gittikçe büyüyor.Alıştırıla alıştırıla bunun farkına varmaktan alıkonuluyoruz.Gazetelerde sevişin diye sayfalarca süren bir yazı dizisiyle başlıyor üzerimizdeki cinsellik baskısı.Sexin yararına amenna fakat bunu gayriahlaki sekilde topluma adapte etmekte ne oluyor.Köşe yazarlar türüyor. Aldatan kadınların itirafları…. Belliki bu toplumun bunada ihtiyacı varmış düşünmüş yine bizim insanımız.Sonra komedi programları türüyor ana avrat bir espiri anlayışıyla vur belden altına inlesin Türkiye’m dinlesin.Sonra talkshowlar yine aynı birbiriyle karı-koca arasında geçemeyecek bir muhabbetle…Sonra reklam filimlerine dadanıyor bu, göğüsler fora ediliyor… Bazı bilgiden yoksun insanları saygı dağıtılıyor oluk oluk ve bu insanlarda kazandıkları saygıyla bu düşünceleri beyinlerimize empoze ediyorlar.Öyleya saygı duyulacak Sayın Bay ve Bayanlar ne diyorsa yine saygı duyuyoruz.Birileri eileştirince savunmalar başlıyor!! Be hey aptal. ben küfür ediyorsam izleme, Sen beni izleyipte ahlakın bozuluyorsa sen zaten ahlaksızsın… vs vs. bu savunmalarla kaçış yolundan kaçış gerçekleştiriliyor.Fakat insan psikolojisi bu kadar basit bir olgu ,insan nefsi bukadar basit bir olgu değildir.Onlarda çok iyi biliyorlarki toplumda sadece iyi değil kötü ahlaklı insanlarda var bu espirler bu sözler bu küfürler elbet birilerinin ağzında espiri olacak birilerinin ağzına dolanacak.Böylece gözün gördüğüne kulağın duyduğuna toplum alışacak ve bir sonraki ahlaksızlık aşamasına geçilecek. Bu şekilde sözler kirletilmiş artık düşüncelerin kirletilme aşamasına geçilmek için bütün malzemeler sağlanmış olacaktır.Ne yazıkki şuanki yaşadığımız toplumda bu aşamanında başarıyla tamamlandığını görüyoruz.İnsanlar birbirine güvenemez hale getirilmiş.İyi şeyleri emreden herşey pasifize edilmeye çalışılmış, aşalanmış komik duruma düşürülmeye çalışılmış.. çalışkan olmak , ahlaklı olmak (inek olmak, ot gelip saman gitmek, ) gibi deyimlerle aşalanmıştır.Aksini yapanlarıda baş tacı edilmiştir.Birbirine bağlı bir toplumdan birbirini sömüren bir toplumun bir ayağı olan cinsellik görevini bu şekilde yerine getirmiş bulunmaktadır.Çokmu karamsarım sizce? Normal hayatta yaşadığımız bu olayları yazıya dökünce (veya dökemeyince çünkü anlatamadığım binlerce eksiklik var) görüyorum karamsarlık bile düştüğümüz durumda pek bir içacıcı duruyor.Bir sizden herşey olur çünki siz tek değilsiniz.Bir sizden milyonlarca kişisiniz…Beyninize kurulan bu kapandan artık kurtulup kendimizi ve sorumlu olduğumuz kişileri bu ahlaksızlık çemberinden uzak tutup tekrar birbirine namusunu teslim edebilecek kadar güvenen sağlam karakterli bir toplumun ilk adımlarını atalım diyorum. Saygılarımla…

SANAL GERÇEKLİK veya GERÇEK SANALLIK

mevlana yusuf | 16 August 2007 17:54

Sanal gerçeklik (Virtual Reality demiş Vikipedi)

Sanal alem, sanal gerçeklik, sanal dünya gibi kelimelerin günümüzün moda tabirleri, olduğu hepimizce malum. Sanal, yani sanılan, zannedilen, öyle olduğu kabul edilen. Bu aslında tam “adı üstünde” deyiminin tüm anlamını tamamiyle ifade eden bir tabir. Adı üstünde… Zannedilen, aslında olmayan, olduğu kabul edilen veya kabul ettirilen gerçeklik, alem, dünya…
İki kelime zıt anlamları ihtiva ettiği halde yan yana kullanışıyla kendini öylesine kabul ettirmiş ki, gerçekliğin mi sanal yoksa sanallığın mı gerçek olduğunun kimse ayırdında değil veya böyle bir fikri taşımanın aslında işin vehametini fazlasıyle ortaya çıkardığı halde herhangi bir tepkinin ortaya çıkmaması, doğrusu bu sanallıktan birazcık sıyrılıp hadiselerin veya hadiselerin tesirlerinin dışında kalabilmeyi becerebilmiş zihinlerin şaşkınlıktan ve çaresizlikten için için kendilerini yiyip bitirmelerini doğuruyor. Peki bu kadar vahim ise durum ve apaçık ortada ise, niçin farkedilmiyor? Bunun en mantıklı cevabı herhalde şu olsa gerek.
Ölüm ölümlere gelmez…
Neyi mi anlatmak istiyorum?Şimdi zihinlerinizi ve becerebilirseniz yüreklerinizi kısa bir süre için “yer”lerinden çıkarıp ( “yer”den kasdım, modernite denilen illetin son piçi “sanal gerçeklik” üreticilerinin, kurbanlar için hazırladıkları ve her ferdin aynı yerde fakat yine her ferde ait özel olarak hazırlanmış “fanus” ve bu fanusta oluşturulmuş tek “kültür”dür) gözlerinizi etrafınızda gezdirin ve görmeye çalışın. Şu sorular da zihninizi kurcalasın.
Bu dünyadaki bir fert olarak durduğunuz yer neresi? Bu ülkenin bir ferdi olarak durduğunuz yer neresi? Kendi irade ve arzunuzla mı ordasınız? Yoksa bir yerlerden uzanmış eller yoluyla mı bulunduğunuz yerdesiniz? Bu haklılık veya hakedişiniz ne/neler yoluyla veya vasıtasıyladır? Orada bulunuşunuzun kararlılığı ve sürekliliği veya süreksizliği hususundaki dahliniz hangi boyutta veya böyle bir seçime, arzu ve iradeye sahip misiniz veya ne kadar sahipsiniz?Özvarlığınıza mahsus mesuliyetlerinizin mi yoksa bir cemiyetin üyesi, bir ülkenin vatandaşı olmanın mesuliyetleri mi daha fazla yer ediyor tüm yapıp etmelerinizde, yaşamınızda ve fikirlerinizde?Doğrusu tüm bu soruların ne amaçla sorulduğu konusunda – belki biraz da soruyu sorana karşı kızgınlık ihtiva eden – şüpheler taşıdığınızı ve kaşlarınızın çatıldığını görüyor gibiyim.Ama, tepesinde sürekli her an aniden inebilecek koca bir yumruğun bulunduğu bilgi, his ve tecrübesini taşıyan biri olarak, bu soruların aslında her açık zihinli vatansever için sabah akşam sorulması ve en doğru en geçerli cevapların bulunması yolunda azami cehd ve gayretin gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm için, çatık kaşlarınıza, kızgınlığınıza ve şüphenize seve seve “eyvallah” diyeceğimi belirteyim.
Herşeyin aslında beynimizin bir algılaması olduğu, aslında hiçbir şeyin gerçekte olmadığı ama olduğunun beynimizce kabul edildiği ileri sürülüyor. Yani bir bakıma rüyanın rüyasını görüyoruz bu alemde.İşin sofice bakış ve ifadesi ise şöyle. Malumunuz bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar”.
Şimdi bu ne demek?Yazının başından beri bahsettiğin sanallık bu mu yoksa, dediğinizi duyuyor gibiyim. Hayır. Bu hadis-i şerif, hakikatin, asl’ın hakikatinin veya en doğrusu hakikatin aslının ifadesidir.Bir çoğumuz bilgisayar karşısındaki bir insanın, o andaki görünümünü dışardan seyretmişizdir. Seyretmeyenler bir kafede bu deneyimi edinebilirler. O makine ile insanın nasıl ‘etkileştiklerini’ dikkatli bir gözle seyredersek şu sanallık denen şeyi biraz kavramaya başlarız. Özellikle chat yapanları veya oyun başındakileri. Artık bütün hisleri meşgul oldukları şey iledir veya tamamen o olmuştur. Dünya o şey halindedir ve onun haricindeki varlıkların çoğu zaman farkında değillerdir.
(Midtown oyununu hatırlayalım.) Son sürat caddelerde sürdükleri taksi sanki kendileri olmuştur. Dönüşlerde bedenlerinin de o yönde hareket ettiğinin, bir şeye çarpınca yüzlerinin aldığı şeklin arabanın parçalanmış şeklinden pek de farklı olmadığının, polise yakalandıkları zaman ki kızgınlıklarının doğrusu ben farkında olduklarını hiç zannetmiyorum. Yani o insan o anda ne ile meşgul ise o makine karşısında, yaşamı o oluyor.
Bu kadar uzun lafın sonunda söylemek istediğim şu.Bugün bize dayatılan hayatın, aslında hayatın aslı olmadığını, ard niyetlerin gerçekleştirilmesi için hazırlanmış; köleleştirici, köleliği yüceleştirici, zihinleri bulanıklaştırıcı, tektipleştirici, zalimleştirici, bencilleştirici, merhametsizleştirici berbad bir kopyası olduğu, ve kopya hayatın o hayatı sürenler için her zaman tedirginlik ve huzursuzluk doğurucu olduğu gerçeğini ifade etmektir.Kurgulanmış bir hayat yaşadığımız. Ama kurgusunda bizim dahlimiz yok.
Ben bu satırları yazarken ve siz bu satırları okurken, belki isteyerek belki istemeyerek, belki farkında olarak belki olmayarak ama muhakkak içinde bulunarak bu kurgunun kurbanı rolünü oynamaya devam ediyoruz.Peki bize bu rolü biçenler kendileri hangi roldeler? Ve hangi hayatı yaşıyorlar acaba?Kurguladıkları hayatı mı yoksa Hayat’ın Kurgu’sunu mu?