Her gün, gün batımından önce uykularımızı sırlara dizeriz. Bir sır’ın -simli- kanadında kimsenin görmediklerine karışmak ebedi yazımız olsa da evvela kendimiz kaçarız bu iç seziden.

Sonra sustuğumuz kurbanlarımıza gelir sıra. Tek tek… İş başındayızdır. ‘Ey günahkâr beden, kalk ayağa!’

Hafifçe, yandan bir gülümsemenin ardından, dolunay en yakın arkadaşımız olmuşken; bir fısıltının peşi sıra, veririz esaret sandığımız bedelleri. Oysa sunduğumuz esaretten çok yankılanan iç tepidir, duymazdan geldiğimiz ve duymayacağımız…