bildirgec.org

divan edebiyatı hakkında tüm yazılar

Mihrî Hatun – Divanda Bir Afet-i Devran

YasinTekin | 22 July 2010 11:48

Osmanlı divan edebiyatının ilk kadın şairlerinden biri olan Mihrî Hatun, 1460’da şehzadeler sancağı Amasya’da dünyaya gelmişti. Babası Belayî mahlası ile şiirler de yazmış olan kadı Hasan Amasyevî, dedesi ise Halvetî şeyhlerinden Şücaeddin Pir İlyâs idi.

Eduard Spranger, Ottoman women reading a letter
Eduard Spranger, Ottoman women reading a letter

Ailesinin imkanları sayesinde daha kız mekteplerinin bile olmadığı bir zamanda konak terbiyesi, görmüş çok iyi bir eğitim almıştı. Babasından Arapça ve Farsça öğrenmiş şiir için gerekli altyapısını oluşturmuştu. Dönemin bütün ilimleri ile yakından veya uzaktan bir şekilde ilgili olan Mihrî’nin eğitimi hakkında Evliya Çelebi “yetmiş cild kitâb-ı muteberi hıfzedüp cümle ulemayı mübahase-i ulüm ve fünunda aciz bırakmış.” (yetmiş cilt önemli kitabı okuyup bütün bilginleri bilim ve fende aciz bırakmıştır) diyerek iltifat etmiştir. Bu donanımı Mihrî Hatun’a daha II. Bayezid’in şehzadeliği döneminde sarayın kapılarını ardına kadar açmıştır.

Divan Edebiyatı Müzesi

FEYZAN | 26 April 2009 21:56

Arkadaşım Ahmet Ümit’ in son kitabı, Bab-ı Esrar’ ı okuduğunu söylediğinde, hiç Ahmet Ümit okumadığımı , onun polisiye roman yazdığını ve polisiye romanlara çok ilgim olmadığını söyledim. O da bu kitabın diğerlerinden farklı olduğunu, Mevlevilik ve Mevlana ile ilgili bir roman olduğunu ve okusam çok seveceğimi söyledi. Üzerinde durmadım. Ancak bir daha ki görüşmemizde, elinde kitapla çıkageldi. Ben bitirdim sen oku diyerek, kitabı bana verdi. Bir süredir başucumda duruyordu. En nihayet geçen gün okumaya başladım. Daha başlarındayım gerçi, ama Şems ve Mevlana ile ilgili bilgilerin yanı sıra, dervişlik ve sufilik gibi konulara da çok değinildiği için, ilgimi çekti. Bu kitabı okurken başımdan geçen ilginç bir olayı hatırladım.
Bundan yaklaşık, 5-6 yıl önceydi. Kadınlar Kolu yönetim kurulu üyesi olduğum dernekte, Ramazan münasebetiyle bir iftar yemeği vermeyi planlamıştık . O zaman ki başkan ( Kuzenim) ve ben, Galata Kulesinde iftar veririz diye düşündük. Ancak gündüzden de farklı bir program olsun istedik. Tünelde bulunan İstanbul Divan Edebiyatı müzesinde ( kuledibi mevlevihanesi) her Pazar gerçekleştirilen sema dönme törenine de katılalım, oradan da iftar yemeğine geçeriz diye düşündük. Günlerden pazartesi’ydi. Meğer o gün müzenin kapalı olduğu günmüş. Kocaman yüksek demir parmaklıklı kapı kapalıydı. İçeriye seslendik ve müzeyi gezmek istemediğimizi ancak, sema programı ile ilgili bilgi almak istediğimizi söyledik. Kapıyı açtılar. İstanbul un en kalabalık caddelerinden birindeydik ve dışarıda dünya çok hızla dönüyordu. İçeri girer girmez tüm sesler kesildi ve sanki dünya durdu dönmekten vazgeçti. Kocaman, çınar ağaçları gölgesinde nefis bir bahçeye girdik. Az sonra tarikat ehli olduğu yüzünden belli, zarif bir beyefendi geldi. Ona derdimizi anlattık.
O da bize içerden program getireceğini söyledi, ve bankları işaret ederek oturun dedi. Bankların üzerlerinde, ağaçlardan düşen yapraklar, bolca toz ve üzerlerinde kıvrılıp uyuyan derviş kediler vardı. Nasıl otururuz bu banklara diye yüzümüzü ekşitmiş olacağız ki, adam bize dönerek, haa ama sahi siz oturmazsınız dedi. Biz her şeyin Allahtan geldiğine ve yine Allaha döneceğine ve bunun bir devr-i daim olduğuna inandığımız için tozla da bütünleşiriz, bunu sorun etmeyiz dedi. Biz öyle utandık kendimizi o kadar maddeci hissettik ki, hemen banklara oturduk. Adamın sözleri, dinginliği ve ortamın huzuru bizi çok etkilemişti.
Az sonra programla geri geldiğinde onun, ‘Ölmeden evvel ölen ‘ bir insan olduğunu farkına vardık.Yani öldükten sonra hesaba çekileceğine, kendini hesaba çekmişti. Yani öldükten sonra neleri yapmış olmayı dileyecekse, şimdiden onları yapmıştı. Bu insanlar münakaşa etmez, yalan söylemez, kimsenin malında mülkünde ya da mevkiinde gözü olmaz. Öldükten sonra veremeyeceği hesaplar için utanacağına, daha dünya da kendine çeki düzen verir, ne kimseden şikayet eder, ne de biri ondan şikayetçi olurdu. Bir ölüden kimseye nasıl bir zarar gelmezse, ölmeden önce ölenlerden de kimselere zarar gelmezdi.
Program hakkında biraz daha konuştuktan sonra, artık, o güzel ortamı terk etmemiz gerekti. Dışarı çıktığımızda, çok farklı duygular içerisindeydik. O dervişten çok etkilenmiştik. Programımızı hazırladık ve çok güzel geçeceğine inanarak evimizin yolunu tuttuk.
O Pazar sabahı uyandığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu .Galata Neve Şalom sinagogu önünde, bir bombalı saldırı gerçekleşmişti ve orası bir savaş alanlına dönmüştü. Kaos ortamı orayı ele geçirmişi ve biz o programı o zaman ve hiçbir zaman gerçekleştiremedik.Ama kuzenimle sık sık o gün yaşadığımız o etkileyici sahneyi konuşuyoruz.

Hamsinâme

exorientelux | 13 September 2007 13:37

“İsim,şehir,hayvan” oyununu bilirsiniz. Bir harf tutulur, o harfle başlayan isim, cisim, falan filan bulunur. Yer, bizim ev. Ailecek bu oyunu oynuyoruz. Harfimiz “h”. Sıra hayvana gelince rahmetli babamla aramızda şöyle bir diyalog geçiyor:
Ben: Hamsi
Babam: Olmaz, hamsi hayvan miduu?
Ben: Ya nedu?
Babam: Baluktu!
Ben: ??!!

hamsiname
hamsiname

Karadenizliler için balık, hele de hamsi başka birşeydir ama hayvan kesinlikle değildir.
İşte aynen böyle düşünen Trabzonlu Hammamizade İhsan Bey, edebiyatımızda divan tertip etmiş son şair olarak bilinir. Aynı zamanda tarihçidir, dilcidir, folklor araştırmaları vardır. Ama ismiyle birlikte anılan asıl eseri Hamsiname’dir ki belki de dünyada bir hayvan için, hayır, pardon, balık için yani daha doğrusu hamsi için yazılan tek eserdir. Hammamizade 1928 yılında yayımladığı eserinde, hamsinin anatomisinden tutun da , avcılığına, üremesine, kurutulmasına, gübresine, yemek tariflerine kadar değinmediği konu kalmamıştır. İşte bir örnek: