bildirgec.org

bilgelik hakkında tüm yazılar

Hypatia–2

nazokiraze | 11 May 2010 14:01

Pozitif bilimlerde en üstün noktada olan İskenderiye din açısından karışıklık içerisindeyken dönemin ünlü bilge kadını Hypatia güzelliği,zekası ve felsefeleri ile çevresindekileri adeta büyülüyordu, İskenderiye’nin Valisi Orestes ve Cyrene Başpiskoposu olan Synesius’ta bu büyüye kapılanlar içerisindeydi.Ancak Yeni Eflatuncular Cyril için büyük bir tehditti,Hypatia’nın Orestes’i desteklemesi Orestes ile çatışma yaşayan Cyril’i ona düşman eden ilk olaydır.Cyril ve yandaşları Hypatia’nın bulunduğu konumun önemini, İskenderiye ve dışında edindiği itibarı çok iyi biliyorlardı. Ünü İstanbul, Suriye hatta İznik’e kadar gitmiş,öğrencileri hep soylu ve itibarlı kişilerdi. Hatta imparatorluk içerisinde önemli görevlerde bulunan öğrencilerini olması Cyril’in daha çok diş bilemesine olanak tanıyordu.Derslerine Hristiyanlardan paganlara, ateistlerden Yahudilere kadar her inançtan insanlar geliyordu.(Bilim uğruna verilmiş bir hayat)

Ancak Hypatia sadece öğrencileri ve ilimle ilgilenenler tarafından sevilip sayılan, halkça pek hoş karşılanmayan biriydi, çünkü din adamlarının yaptığı gibi düşüncelerini kendi veya öğrencileri yoluyla halka yaymaya çalışmamıştı, kendini soyutlamış,halk üzerinde etki yaratmaya yeltenmemişti.Üstelik paganlarla Hristiyanlar çatışırken Hristiyan olmadığı ve onlar tarafından sevilmediği halde paganlar için de kayıtsız kalmıştır ve bu da ona karşı plan yapmak için iyi bir zemin hazırlamıştı.

Enerjilerle fazla oynamayın

AtillaGenis | 12 March 2007 09:08

Sipirutualizm bıçak sırtında yürüme sanatıdır aslında. Bu işlerle
uğraşanların büyük çoğunluğu farkında olmasada, bıçak sırtındadırlar.
Özellikle enerjilerle, oynayanlar, enerji alışverişleri yapanlar,
bazı enerjilere uyumlananlar, her zaman bir riskle beraberdirler.
Mesela Reiki’ye uyumlanan bir insanı düşünelim. Bu insan bu
uyumlamayla aurasını ve enerjisini diğer boyutlara açmış olmaktadır.
Bu kişi çevremizde, bizi kapsayan sayısız boyutlar içinden,
yükselerek beslenebilirde, düşerek pislenebilirde.
İlk önce bilmemiz gereken, insanın ilk varolduğu kadim dönemlerde,
geldiği kaynakla tam bir uyum içindeyken, daha sonra ezoterik
bilgilerde Kali Yuga denilen, demir çağına geçerek düşüşü başlamıştır.
Bu düşüş KURAN’da şöyle anlatılır.

Yaşamın yasasını açıklıyor Calmmoon…Hegel açıklamıştı sıra onda…

wurgun5 | 06 June 2006 17:23

picasso
picasso

Yaşamın yasasını açıklıyor Calmmoon…Hegel açıklamıştı, sıra onda…Kendiyle tutarlılık önemlidir ama barındırmaz yaşamı içinde henüz. Kendiliğinden iyi olan, kendiliğinden kötüyü de barındırır içinde. Ama, bu karşıtlıktır ki, başlatır hareketi. Çelişkinin farkında olanlar, hatta farkında olmakla kalmayıp, onu bağrında taşıyanlar, omuzlarına alarak götürenler, bunu yapabildikleri ölçüde canlıdır, canlı hayatın simgeleridir. Artık vardırlar ve varolmak ancak böyle bir şeydir.Varoluşun farklı biçimlerini kaçırmamak gerekir gözden. Bir kere varolanlar, karşıt diye anımsadıklarının saflarına da geçmelidir. Ve karşıtları birbirinin içinde varetmelidirler. Kendi içlerinde bile karşıtlığı yaşatma bilgeliğinde olmalıdırlar. Böyle değilse eğer, yaşamın hareketi affetmez. Böyle olsa bile, henüz asıl rengi değildir yaşamın ve karşıtlıklar içinde yokolup gitmeye mahkumdur, bu kadarıyla yetinenler.Yaşam ve bilgelik vardır, birbirini kucaklayan ahenkle. Bilgin ve teorisi vardır, tecrübeye dayanmayan ve tecrübe edilemeyen. Bu kadarı bile yakalayabilir karşıtlığı ve sürdürebilir varlığını.Yine de yaşama asıl rengini vermemiştir bu biçim, on binlerce yıldan beri.Yaşama rengini verdiğini bilmeyenler çoğunluktadır her zaman ve karşıtlıkların baskısı altına gönüllüce girerler sanki. Kendi dışlarında varolanların başka hesaplarında ya da yokoluşta, yazmasına boyun eğerler kaderlerini.Bize düşen, yaşam ve bilgeliğin birbirini kucaklayıp taşıdığı harekete dikmektir gözlerimizi ve bunun yasalarıyla yaşamaktır…

mısırlı ahmet

kızıl | 20 February 2006 23:52

devam ettiğim üniversitenin bugünkü “kariyer günleri” konuğu darbukacı mısırlı ahmet’ti. evet darbukacı… kendisi de böyle diyor. “darbuka tarihini değiştiren adam”, sanıldığı gibi mısırlı değil, hatta çocukluğu bu şehirde geçmiş… ankara’da…

(bağırıyorum: “kendine inancın yoksa ne kalır elinde??!! söyle, başka, sana ait bir hayata inanmazsan kime dönüşürsün?!” bakışları yine korkak, kuşkulu, ona ilk defa bağırdığım için biraz sarsılmış)

söyleşi bittiğinde mutluluktan gözlerim yanıyordu. inandıklarımı hayata geçirmiş bir adamla karşılaşmıştım: “ölüm diye bir şey var” demişti, “hayatta herkesin bir enstrümanı vardır, aşkla yaşarız biz”, “zaman nedir gerçek nedir bunları ben de sorguluyorum ama şundan eminim: an var. bu an.” konuşmayı sevmiyordu aslında, o, darbukası, aşkı… mısır’a giden ilk darbukacı olduğu için bu lakabı almıştı. düğün salonlarından pavyonlara, pavyonlar dar gelince ve ankara’daki çıkar delisi müzisyenler onu hayal kırıklığına uğratınca, mısır’a gitmişti. parasız, dil bilmeden; inşaatlarda yatmış, sinir krizleri geçirmiş, ama bütün alabileceğini almıştı mısırlı üstatlardan. bir saate neler sığdırdığına inanamıyorum: yaşamının bir kısmı, öğrendiklerinin, aldığı derslerin çoğu… “ben hiçbir şeyim” dedi, “hiçbir şey olarak da kalmak istiyorum”. her lafı veciz, bilgelik dolu, fakat taze, heyecanlı, öğrenen bir adam. mısırlı ahmet, beni umutla doldurdun.