devam ettiğim üniversitenin bugünkü “kariyer günleri” konuğu darbukacı mısırlı ahmet’ti. evet darbukacı… kendisi de böyle diyor. “darbuka tarihini değiştiren adam”, sanıldığı gibi mısırlı değil, hatta çocukluğu bu şehirde geçmiş… ankara’da…

(bağırıyorum: “kendine inancın yoksa ne kalır elinde??!! söyle, başka, sana ait bir hayata inanmazsan kime dönüşürsün?!” bakışları yine korkak, kuşkulu, ona ilk defa bağırdığım için biraz sarsılmış)

söyleşi bittiğinde mutluluktan gözlerim yanıyordu. inandıklarımı hayata geçirmiş bir adamla karşılaşmıştım: “ölüm diye bir şey var” demişti, “hayatta herkesin bir enstrümanı vardır, aşkla yaşarız biz”, “zaman nedir gerçek nedir bunları ben de sorguluyorum ama şundan eminim: an var. bu an.” konuşmayı sevmiyordu aslında, o, darbukası, aşkı… mısır’a giden ilk darbukacı olduğu için bu lakabı almıştı. düğün salonlarından pavyonlara, pavyonlar dar gelince ve ankara’daki çıkar delisi müzisyenler onu hayal kırıklığına uğratınca, mısır’a gitmişti. parasız, dil bilmeden; inşaatlarda yatmış, sinir krizleri geçirmiş, ama bütün alabileceğini almıştı mısırlı üstatlardan. bir saate neler sığdırdığına inanamıyorum: yaşamının bir kısmı, öğrendiklerinin, aldığı derslerin çoğu… “ben hiçbir şeyim” dedi, “hiçbir şey olarak da kalmak istiyorum”. her lafı veciz, bilgelik dolu, fakat taze, heyecanlı, öğrenen bir adam. mısırlı ahmet, beni umutla doldurdun.