bildirgec.org

bekarlık hakkında tüm yazılar

BİR PAZAR GÜNÜ

cememr2000 | 09 August 2010 14:59

BİR PAZAR GÜNÜ
Pazar günleriyle ilgili sıkıcı, karamsar düşüncelerimi sizlerle paylaşarak, içinizde belki güzel bir Pazar kahvaltısı sonrası biriken azıcık yaşama sevincini de yok edecek değilim.Yine de samimi olmak adına; Pazar günlerini sevmediğimi, bu sarı sayfaların, kırmızı defterin, bej rengi masanın, soğuk gri kasvetli havanın, kendisi siyah, yazdıkları mavi pilot kalemin şahitliğinde ilan ediyorum.
Yazdıklarımdan da anlaşılabileceği gibi; kendime dost tuttuğum nesnelere dikkat edilirse yahut şöyle söyleyeyim; kendime nesneleri dost tuttuğuma -insanları değil- (bu tire çizgilerini de pek severim parantezleri hiç sevmem. Çünkü parantezler bana, biri konuşma yaparken, kinayeli fısıltılarla birbirlerinin kulağına bir şeyler söyleyen, seyirci kalabalığından iki kişiyi hatırlatır. Özetle parantezler; hain, sinsi, dedikoducu ve düşman gelir bana. Tire çizgileriyse daha çok edebiyatçılarca tercih edilen, anlatılmak istenen şeyi daha da iyi anlatmak kaygısıyla kullanılan masum, yardımcı -belki de boyuneğici- dostane noktalama işaretleridir.) Konumuza dönersek nesneler, özellikle yazma nesneleriyle, beslediğim bu yalnızlık, hayatımın büyük bir bölümünü kapladığından, eskiden pek sevdiğim, şimdilerdeyse çokça hazzetmediğim bir eski dost…
Hele hele Pazar günleri bu eski dost, hiç çekilmez olur çünkü Pazar günleri aile günleridir. Pazarlar aileye ayrılır. Hava güzelse sabah erkenden –erken demekle dokuz on sularını kastediyorum-eşofmanlar giyilir, saçlar atkuyruğu yapılır, spor ayakkabılar ayağa geçirilir, güneş gözlükleri takılır ve bahçeye inilir. Bu süreçte; bagajı açık bekleyen bir araba, aile sakinlerine öfkelenen, uflayıp puflayan bir baba, “Hadi, geç kalıyoruz” diyen bir anne, sıklıkla görülen figürlerdendir. Böyle bir günü anlatan bir öykü ya da roman yazmak isterseniz- belki de ben istiyorum ama sanırım cesaret edemiyorum-bu figürleri çekinmeden kullanabilirsiniz.

zamanı gelmiş bekarın iç çatışması :)

lazybohem | 14 October 2007 01:26

sana belki çok uzaktan belkide çok yakından ne anlami var, sesleniorum sana. dunyanın öbür ucunda yada burnumun dibinde olman ne farkeder, kim oldugunu bilmedikten sonra. bayram öncesi gecenin bi yarısı, köyde bi dağın basındayım. kulağımın biriyle etrafı dinliorum; sessizliği bıçak gibi delen havlamalar, dikkatli dinlersen derenin sesi ve meltem. diğer kulağımdan ferhat tunc sesleniyor sana vurgunum hasretine.
daha nelerine vurgunum bir bilsen, daha ne düşler kuracağım bizim için. ama sen lazımsın önce. tek tarflı aşklarda bile muhatap var. nerdesin ey sevgili. 22 koca yıl geçti. sen sandıklarım oldu, yanlışlar yaptım, sutten cıktım demiyorum, ama artık beklemenin tadı kalmadı. ve bundan cok sonra gelirsen sanki doğru insan olacağından kusku duyacakmısım gibi geliyor gel ey sevgili nerdesin. neyi bekliyorsun beni bulmak için. sıkılmadınmı beklemekten sende. istemiyormusun sevilmek, gel ey sevgili….