Dün, bugün, yarın… Dün hiç bitmeyecek. Yarın hiç gelmeyecek ve bir o kadar da, içimize bir şehir kurup bekleyecek öylesine. Şu an mı, o kim? Tanıyanınız var mı? Sorup soruşturdunuz mu? Tanımadıklarınıza bulaşmamanız gerektiğini söylemedi mi anneniz? Bana söyledi, ben de o yüzden bulaşmıyorum. Ne olmaz ne olmaz. Buralarda gelecek de gelecek midir acaba diye sorular sorulmaz çok ayıptır, çok.

Azar işitmek istiyorsan, yeni silinmiş beyaz bir koltuğa çamurlu, kirli pantolonunla oturmana gerek yok. ‘Sadece gelecek nedir? Ben geleceğe gidiyorum.’ gibi anlamsız sözcükler söylediğinde; annenin seni -en yalın silah aleti olan- süpürgeyi alıp eline kovaladığını hayal etmek zor değil ya da bu kasabada en çok uygulanan –süpürgeden oldukça etkili bir ceza olan- ayaklarından halatla sıkı sıkıya bağlanıp siyah, beton ve pas kokan, dipsizmiş gibi duran kuyaya sarkıtılmak olacaktır.