İstanbul Film Festivali, her yıl, baharın gelişini müjdelercesine, göçmen kuşlar misali yabancı diyarlardan gelen, binbir çeşit filmlerle onbeş gün süren bir etkinliktir..Bir müslüman için her yıl özlemle beklenen Ramazan ayı ne ise, bir sinemasever için de Festival adeta öyle bir şeydir..“Uluslararası İstanbul Film Festivali” ilk kez 1982 yazında, “Uluslararası İstanbul Festivali” kapsamında, “film haftası” olarak gerçekleşir.
Sinemaseverlerin yoğun ilgisi üzerine, 1984 yılından itibaren “Sinema Günleri” adıyla nisan aylarında düzenlenen ayrı bir etkinlik halini alır. 1989 yılında da, dünyanın önde gelen festivalleri arasına giren Sinema Günleri, bu gelişmeyle birlikte “Uluslararası İstanbul Film Festivali” adını almıştır.. Ki geçen cuma günü yapılan açılış töreniyle birlikte de bu etkinliğin yirmialtıncısı başlamış oldu.
Benim için ise, Festival bugün, Emek Sineması’nda gösterilen, yönetmen François Ozon‘un “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları” adlı filmle başladı..
Doğrusu tam festivallik bir filmdi; şaşırtıcı, değişik, komik.. Yazanı da (Fassbinder), yöneteni de “gay” olduğundan, filmin “değişik” olmasına şaşırmamak gerekir aslında.. Neyse, güzel bir açılış oldu bu film..
Bundan sonra ise, hepsi de İtalyan yazar-yönetmen Pier Paolo Pasolini‘ye ait olan altı film daha izleyeceğim; ki bu festival de bana, adını çok duyduğum ama şimdiye kadar hiçbir filmini göremediğim bu “olay” yönetmeni tanıma fırsatı sağlayacak..
Onunda eşcinsel olduğunu hatırlayınca, içimden: “Oğlum sen de ne seçim yaparmışsın yani!.” diye kendi kendime söylendim.. Ne yapalım, kısmet..Başlangıcından beri ilgiyle takip ettiğim, sinema tarihinin birçok önemli yönetmeniyle ve bu yönetmenlerin belki başka hiç bir yerde izleyemeyeceğim filmleriyle tanıştığım bu festival, benim için hep önemli olmuştur.. Ancak, öyle onbeş gün, sabah-akşam sinemadan sinemaya koşturan bir “festival izleyicisi” de olmadım hiçbir zaman..
En fazla on film falan seyrettiğim yıllar olmuş; çoğu yıllar da üç- beş filmle festivali tamamlamışımdır.. Hatta pek müsait olmadığım bazı dönemlerde, sırf o benzersiz ortamı solumak için bir filmle de olsa olaya katılmışımdır..Evet, festivalde film seyretmenin benim için hep farklı, büyüleyici bir tarafı vardır. Hemen hemen her hafta bir kez uğrayıp film izlediğim normal sinema heyecanından, ambiyansından çok farklı, aslında tam da tarif edemeyeceğim bir şeyler yaşatır bana bu günler..