ülke geneline yayın yapabilen sekiz büyük ulusal kanalın her birinin portföyünde en az dört (rakamla 4!) yerli dizi bulunuyor.ve öyle görünüyor ki, arkası da gelecek… acı hayat, ekşi geçmiş, zambaklı yıllar, kör salon, kuzenlerim ve ben,şen mahalle, yalnızlık çıkmazı, kanayan yürekler gibi duygu fırtınası estirdiğine inanılmış adlarla her kanal kendi dizisini hem bağlı bulunduğu gazetede hem de ekranlarda cilalama uğraşında dört nala…frene basalım ve ne oluyor bir bakalım… tv-sinema okullarımız fabrikasyon halde yönetmen, senarist, ışıkçı,görüntü yönetmeni fışkırtıyor demek! bu ne bereket böyle!ve de oyuncu bolluğuna kitakse! palamut bollaştı, tamam. bu kadar oyuncu fazlasını ihraç mı etmek lazım acep!balkan ülkelerine birkaç manken-oyuncu yollasak fena olmaz hani! vitesi boşa aldık mı, aldık…senaristlerimiz ise muhteşem! oyunculuklardaki göz kamaştırıcılığı yazamayacağım. kameraya nasıl bakılmayacağınıbilmeyenler mi, gözü başka bakan, dudakları başka kıvrılanlar mı… isim yapmış tecrübeli tiyatro oyuncularının bu “proje”lerde yer almasını sadece “geçim sıkıntısı”na bağlamaları da artık ayıp oluyor.eline birkaç dijital kamera geçiren, biraz da eli kalem tutan, dizi esnaflığına soyunmuş durumda. sponsor desen ibadullah! işte abdülgaffaroğlu baklavaları…en “baba” yabancı filmlerin jeneriğini the end görünmeye yakın şaşmaz bir kesinlikte kesip reklamları oramıza buramıza sokmaya çalışan tv yönetimi, bir iki haftada çekilen dizilerin ekibinde yer alan çaycının köpeğinin ve bilmemne mahallesindeki çiçekçinin adını gözümüze sokma telaşıyla çıldırırıyor!fabrikasyon üretimde kalite düşer. sürümden kazanma arzusuyla eller ovuşturulur… gelsin paralar!..birbirin kopyası dizilere eleman bulmada “kalifiye” olma şartı kalkmış durumda. dizide oynamayana kız verilmiyor, diye espriler yapılmaya başlandı.bu niteliksizliğin senaryo üzerindeki dev etkisi ise çok görkemli! şarkıcı-türkücü-manken oyuncularımız her yerden fışkırmakta. fışkırsın…hadise sadece para kazanıp kanalları söğüşlemekse sorun yok. iyi de, bu tv kanalları, bu dizileri “prime time” denen dilimde yayınlıyorlar…zurnanın zırt dediği yer: bu dizilerin “tema”sı varsa, nedir ve kime çekiliyor? dikkat ediniz: bu dizilerde emeğiyle geçinen, hayatını idame ettirirken de yaşadığı patron-çalışan ilişkisini/çelişkisini irdeleyen, minibüse binip ayakta kalınca, ileride çevirme var diye yere çökertilen, sıkıntı ve özlemlerini, hayatı karşısına alış biçimini sorgulayan bir dizi var mı? varsa da, bir elin parmaklarını geçmez.dizilerde çizilen panorama, tutan bir asmalı konak formatıdır artık. ne iş yaptığı belli olmayan (yaptığı iş hissettirilen), mesleksiz (“masum/insaflı mafya” diyelim) geleneksel aileden çıkma ama burjuvalaşmaya çalışan, modern hayatın nimetlerini sonuna kadar kullanan, sevdi mi ölümüne seven, sapına kadar erkek ve “sentez” bir tip…büyük konaklar, son model jeep’ler, albenili ofis ortamları, emrindeki kahyalar, asistanlar, büyük mü büyük aileler, cafcaflı kokteyl partileri, plazalarda akıp giden bir hayat…senaryoların tamamı reel hayatı bire bir yansıtmak zorunda değil ama otuz dizinin yirmi beşi de aşağı yukarı aynı minvalde olursa orada durup, ne oluyor diye bakmak gerekir.”sokaktaki adam”ın hayatından en ufak bir kesit bulmak olanaksızdır. politik dokundurmalardan olabildiğince uzaktır diziler.bir nevi “kaçış” senaryosu etrafında döner durur hepsi. kafası basmayan ecnebiler için düşünülmüş “konserve kahkaha” efektli sözde “sit-com” uyarlamalarıyla, memleketin tamamına “uyu uyu” seansları düzenlenir, bol reklamlı dizilerle.kırk dakikalık dizilerin yüz dakika sürdüğünü düşünürsek, uykucu tüketicinin sabır eşiklerinin de hayli kuvvetli olduğu görülür!bu sade suya tirit dizi enflasyonun büyüme hızı anormal bir ivmeyle gidiyor. gidecek de… seda ablalarının mutluluğu için kafa patlatanların, gülşen’in sıfır beden teraneleriyle uyuyanların, fener’in haline üzülenlerin, gamze’nin ve de ali’nin mahrem görüntülerine şaşakalmış bakanların kendi ruhsal mahremiyetlerine nasıl tecavüz edildiğini anlamaları için bir siyasi-kültürel “deux et machine” gerekiyor.daha ne kadar bekleyeceğiz? soru budur.