Klişe bir laf vardır : “Hayat bir tiyatro, bizse oyuncularıyız” diye. Günümüze uyarlandırdığımızda bu lafı “Hayat bir sinema, bizse oyuncularıyız” şeklini almış olduğunu görürüz . Tiyatrodaki oyunlar kadar masum değil artık yaşadığımız Dünya. Tiyatronun bile en karmaşık kurgusalı en fazla 50 metrekarelik bir sahnede sahnelenebilirken sinemada akratılabilen ise zamanı ve mekanı aşıp çıkıyor karşımıza. Uluslarası bağlantıları olan bir eroin şebekesini tiyatroda yansıtabilmenin zorluğunu düşünün, bir de Los Angeles’ta, Moskova ve Mısır piramitleri manzaralı bir kaç sahne ile sinema izleyicisine aktarılabilen ambiyansı.

Klişe bir laf vardır : “Hayat bir tiyatro, bizse oyuncularıyız” diye. Günümüze yarlandırdığımızda bu lafı “Hayat bir sinema, bizse oyuncularıyız” şeklini almış olduğunu görürüz . Tiyatrodaki oyunlar kadar masum değil artık yaşadığımız Dünya. Tiyatronun bile en karmaşık kurgusalı en fazla 50 metrekarelik bir sahnede sahnelenebilirken sinemada akratılabilen ise zamanı ve mekanı aşıp çıkıyor karşımıza.

Uluslarası bağlantıları olan bir eroin şebekesini tiyatroda yansıtabilmenin zorluğunu düşünün, bir de Los Angeles’ta, Moskova ve Mısır piramitleri manzaralı bir kaç sahne ile sinema izleyicisine aktarılabilen ambiyansı. Aradaki uçurumu farkedebildiniz mi ?

Bu uçurum, mesajı izleyiciye aktarılabilen kurugusalla sınırılı kalmıyor. Oyuncular da bu uçurumundan nasibini almış durumda. Orta ölçekli bir tiyatro oyununda 20 kişilik bir grupta olsanızda gösteri sonunda izleyici tarafından bir iki repliğiniz hatırlanır hiç olmazsa. En kötü, en sönük rolün bile böyle bir lüksü vardır. Fakat sinemada durum böyle değildir. Sayısını hatırlamadığımız figüranlar hakkında ne kalıyor filmin sonunda aklımızda ? Koca bir hiç.

Kahvesini yudumlayan güvenlik görevlisinin kafasına giren bir kurşun ne ifade ediyor bizim için ? Yada arabasında sevgilisiyle otururken “yetkimi kullanarak otomobiline el koyuyorum” diye arabadan yaka paça indirilen, hatunun yanında karizmayı çizdiren delikanlının ruh hali niçin düşündürmüyor bizi. Bizde onlardan biri değil miyiz ? Hanginiz “kırmızı kablo, mavi kablo” kaosuna düştü ? (Kırmızı mavi kaosunu ancak Süpermarkette içecek reyonunda Pepsi-CocoCola arasında yaşamısızdır büyük ihtimal.) Hangimiz asansörde kaldığında havalandırma deliğinden çıkmaya çalıştı ? Hangimiz taşlı sopalı bir kavgadan ufak sıyrıklarla çıktı ?

Peki bir “kahraman” değilsek neden hep bir kahraman beklentisi içindeyizdir ? Bir Beyaz Atlı Prens, bir Pamuk Prenses, bir Willian Wallace ne bileyim bir Gandalf mıdır beklediğimiz ? Farkında değil misiniz hala ? Figüranız biz. Ve beklediğimiz şey ne Beyaz Atlı Prens ne de Pamuk Prenses, Beklediğimiz şey; “yetkimi kullanarak otomobiline el koyuyorum” diye yaka paça seni aşağı indiren bir polis bozması yada kahvenizi yudumlarken kafanıza girecek kurşun !