yaşamımızın bir çok noktasında karşımıza çıkan yanlış anlamalar bazen öyle hallere gelmiş ki şaşırtıcı ve komik bir sürü sonuç çıkmış karşımıza. kanguru’nun adımesela. üstünde güneş batmayan imparatorluğun kaşif subaylarından birisi, avusturalya’da ilk kez gördüğü hayvanın adını ingilizce ve bağırarak sorar aborjine. WHAAAT IS IIIITTT? cevap gelir kangaroo. subay mutludur, öğrenmiştir hayvanın adını. kanguru. sonradan öğrenilir ki kanguru’nun aborjin dilindeki manası “ne dio lan bu salak“‘a çok yakın bir şey.
yanlış anlamalar aslında toplumun çok hoşuna giden ve bir çok yazar,sanatçi,şovmen…vs tarafından işlenmiş bir husus. romeo ve jülyet böyle ölürler mesela. ama yanlış anlaşılma veya hiç anlaşılamamadan en çok şikayet edenler de yine bu insanlardır. (örneğin şebnem hanımın yanlış anlaşılma fobisi varmış.) yanlış anlama tiyatro metinlerinde komedi öğesi olarak sıklıkla kullanılmıştır. bakınız. fıkraların da geneli bu yanlış anlamaya dayanır. birisi muhakkak bir şeyi yanlış anlar ve biz onlara güleriz.
bir de toplumsal histeri haline gelebilen yanlış anlamalar vardır. mesela bunu söyleyince aklıma gelen ilk örnek orson welles‘in radyoda okuduğu dünyalar savaşı piyesinden sonra insanların marslı istilacıların geldiği korkusu ile galeyana gelmeleridir. çok matrak bir hadise.insanlar öyle istediği için toplumsal bir yanlışlığa dönüşenler de vardır. örneğin kazablanka’daki“bir daha çal sam” repliği. aslında filmde böyle bir replik yoktur. hiç olmamıştır. insanlar öyle istemediğinden midir nedir herkes böyle bilir.
bir diğer örnek; penguenlerle eskimolar selçuk erdem karikatürleridışında birarada bulunamazlar. çünkü penguenler güney kutbundadırlar. ancak eskimolar kanada’nın kuzeyinde ve grönland’da yaşarlar. işte bir başka yanlış anlama daha eskimolar kutupta yaşamazlar.:))
yazan, çizen, düşünenlerin en çok korktukları ve korkutuldukları mevzudur yanlış anlaşılma. bu baskı dönemlerinde daha da gelişir ve komik bir hâl alır. şu altıncı lenin (V.I.Lenin) geyiğini bilmeyenimiz yoktur. bir başka vurucu örnek ise II. abdülhamit istibdadı döneminde yanlış anlamaları önceden engellemek için çıkarılan kelime yasaklama hadisesidir. işte yasaklanan bazı kelimeler.
dil ile ilgili olanları belki de en komikleridir. mesela güzel bir örnek, her ne kadar bir söylenceden ibaret olsa da, sultanahmet camii’nin yapımı esnasında olanıdır. I.ahmet mimarbaşı ahmet ağa’yı çağırır ve der ki “bre mimarbaşı, bana öyle bir camii yap ki altın minareli olsun” zavallı mimar altını, “altı” anlar ve camiyi altı minareli yapar.
“yanlış anlama” önyargı, bilgisizlik, dinlememek veya ilgilenmemekten kaynaklanan gerçekten de insana özgü bir rahatsızlık. şarkıda söylediği gibi “zihnimizi özgür bırakmamız” ve daha da dikkat kesilmemiz lazım yanlış anlamamak için içinde yaşadığımız dünyayı. belki de morrisson ve huxley bunu çözdükleri için algının kapıları‘nda dolaşıp durdular hep.
başta verdiğimin tam tersi yönde bir örnekle vonnegut’tan bir alıntıyla kapatayım.
“Kızılderililer Masası”ndanbir dedektif, fuh-kar-wee ismindeki geçici konaklama kampına gönderilmiş, gitsin kim olduklarını, daha doğrusu bir zamanlar kimolduklarını öğrensin diye. kabilenin mensuplarına “siz kimsiniz?” demiş. “biz fuh-kar-wee’yiz” demişler. subay sonradan öğrenmiş ki bu ismi yeni almışlar. bir kaç gün önce ölen şeflerinin hiç ağzından eksik etmediği bir sözcükmüş bu. her gün gün batımında böyle dermiş. where the fuh-kar-wee? (Ne sikim bi’ yerdeyiz???)”
yorumlar
en çok sanatçılar yanlış anlaşılır. Sonra da çıkarlar ben öyle demedim de kem küm gak guk
Bu arada yazıyı linkleriyle beraber tam 1 saatte okudum be.
son paragrafın başlangıç kısmı;
“Kızılderililer Masası’ndan bir dedektif, fuh-kar-wee ismindeki kabilenin, geçici konaklama kampına gönderilmiş….” olacak. atlamışım.
salaklığın tarihi diye bir kitap çıktı geçenlerde ,,,
içinden yanlış anlamalarla ilgili olan bir örnek ,,,
1964’de Pepsi’nin reklam ajansının “Canlanın, siz Pepsi kuşağındansınız” sloganı, tercümanların beceriksizliği yüzünden Almanca’ya, “Mezarınızdan diri olarak çıkın”a ; çince’ye ise “Pepsi atalarınızı mezarlarından çıkarır” olarak çevrilmişti.
runaway’in ahkami sunu hatirlatti bana, cinlilerin amerikan filmleri icin bulduklari isimler acayip matrak, ornegin:
Harder!”
bush’tan önce, clinton ile japon başbakanı özel bir görüşme için biraraya gelceklermiş. ancak japon başbakan ingilizce bilmiyormuş, ona buluşmadan önce tembih etmişler how are you diyceksin diye, bizimkisi (nerden bizimkisi oldu ya) ise who are you diye sormuş. hemen ardından bir adet daha pot kırmış yine telafuz yanlışlığından dolayı fakat onu hatırlayamıyorum. gastede okumuştum.
not: çok güzel bir blog
semra özal’ın da öyle bir hikayesi vardı galiba:
m.thatcher Türkiyê’ye geldiğinde ona Kanuni Sultan Süleymanı anlatacakken o lawmaker diyeceğine Suleyman lovemaker demişti de ing. başbakan karnını tuta tuta güldü derler.
tamil hastasıyım bloglarının ühe
semra özal’ın da öyle bir hikayesi vardı galiba:
m.thatcher Türkiyê’ye geldiğinde ona Kanuni Sultan Süleymanı anlatacakken o lawmaker diyeceğine Suleyman lovemaker demişti de ing. başbakan karnını tuta tuta güldü derler.
tamil hastasıyım bloglarının ühe
mısır yazısını çözen en garip dilleri bile kendi kendine öğrenmiş, pompei hazinelerini ve daha bi çok şeyi bulmaya kendini adamış(bu laf öylesine yazılmadı) arkeolog. Napolyon(şampolyonla bi ilgisi yok) Mısır’da Sfenks üzerinde yedi pare top atışı yapıp, sfenksin burnunu aşındırırken,askerleri taşları yağmalıyım derken rozetta taşı adındaki büyük bi taşı yere düşürmüşler. Şampolyon’un ilgisini çekmiş, adam azmetmiş mısır yazısını bu taştan çözmüş. Pek yanlışlığa bi örnek olmadı bu hikaye, ama tesadüf işte..
Sfenks’in burnunu top atışıyla uçuranlar Napolyon’un askerleri değil, Mısır’a bir dönem egemen olan Memluklar. Rozetta (Reşit) taşı da, Napolyon’un Mısır seferi sırasında, askerleri siper kazarken bulunmuş.Çok geç bir yanıt oldu bu aslında ama, şu yanlış anlamalara bir ek de ben yapayım: Hernan Cortez’in adamları Meksika’yı yağmalarken, körfezin güneyinde büyük bir yarımadaya ulaşmışlar. Oradaki yerlilere “Buranin adı nedir?” diye sormuşlar, yerliler de “Yuca-tan” demişler. Yarımadanın adı da “Yucatan” kalmış. Halbuki yerlilerin dilinde “Yuca-tan”, “Ne diyon aga, anlamıyom” demekmiş 🙂 böyle bir şehir geyiğidir bu da işte.