bu kerteye gelene kadar kaç kez “yazmayacağım yahu. koskoca bakan, elbet düzelir” şeklinde dudak büktüm bilemiyorum. amma ve lakin durum benim tahammül sınırımı aştı. ki zaten bi hayli önce bu sınır geride kalmış, gümrük memurları “tanıdık” diye bana kıyak geçiyorlardı…her ana haber bülteninin son on dakikası için hazırlanmış “biraz da gülelim” konulu ametör kamera videoların yerini artık kültür bakanımızın “uyuklama” sahneleri aldı. hayır pek tabi laf bize düşmez ama ne bileyim, biz de oy veriyoruz…başlarda “ahh munzur basın mensupları bak koskoca bakanı nasıl yakalamışlar” yorumuyla birlikte, bıyık altı ile istemeden de olsa sırıtırken, önümü iliklemeyi de ihmal etmiyordum. ne de olsa T.C Bakanı sözü geçen. bizi temsilen orada duruyor. mevkisinin manevi değeri büyük.
katıldığı ve uyukladığı organizasyonlar, bakanlığı ile doğrudan ilgili konuları içermesine rağmen “pek sıkıcı bu konuşmalar, hiç ihtiyacım yok böyle şeylere” dercesine uyuklamanın akıl almazlığı bir yana dursun, “bakan yine uyukladı” etiketli haber(?)lerin bir tık ötesini yani mikrofonlar bakana “bakanım yine uyudunuz kaldınız?” sorusu ile uzatıldıktan sonraki kısmını izlemeye başlayınca önümü iliklememin biraz abes kaçtığını farkeder oldum. şimdi T.C bakanı olmasa pişmaniye kıvamında bir “pişkin” sıfatı yaraşır diye düşünenler olacaktır. fakat halen bakanımızın arkasında ay-yıldız durduğuna göre çok ileri gitmemek gerek.
fakat “eee pardon çocuklar dün gece yine geç yatmışım da, o yüzden uyuyup kaldım” ya da “adnan yeşilçam ayranıma ilaç atmış da” gibi boynu bükük, uyuklamanın cezasını hafifletici demeçlerde bulunmak yerine, “cem yılmaz da kim oluyor. ben hem uyurum, hem de uyanınca da üzerine espri patlatırım” gibi “gözünüzün önünde uyuyorum işte, ve siz de tıpış tıpış verdiğiniz vergilerle bana ay sonunda maaş ikram ediyorsunuz en bonuslusundan” der gibi açıklamalarda bulunuyor bakanımız. ya da ben öyle anlıyorum. basın mensuplarının ağzı açık, mikrofonları havada… bakan yine çıkıp gidiyor…aslında şöyle bi baktığımızda asıl “bakan” biziz. bizim sayemizde oraya geliyorlar (kesinlikle benim sayemde değil), bizim sayemizde maaşlar alıyorlar, bizim sayemizde söz sahibi oluyorlar. ama sonuçta ne oluyor, ayda bir kimseye göstermeden, onu rencide etmeden evine et, süt, yumurta götürdüğümüz fakir komşumuz bize “haha! senin sayende çalışmadan yan gelip yatıyoruz ohh be” diyor.hakkaten böyle fakir bir komşumuz olsa idi yan duvarımızın ötesinde, pek tabi anında et, süt, yumurta yardımını keserdik. “nankör! tembel!” derdik içimizden. ama gelin görün ki, bazı mercilerle ilişkilerimizi cart diye kesemiyoruz. 5 yıl bekliyoruz.
amaan kimi kandırıyorum, o “5 yıl”lar hiç gelmiyor. “halkın sağduyusu” denen şey nasıl bir terazi ise hiç benim ölçülerime uymuyor. hoş, o terazide ağır çekecek başkaları da yok etrafımızda ama napalım…
işin kötüsü, biz(ben) de o mevkilere geldiğimizde o ruha bürüneceğiz. bizim kanımızda var bu. hayatımızın her yerinde bu ruh. bi düşünün şöyle, ya şekeri tartarken 30 gram evvel kaldırıveriyoruz poşedi, ya da eşek etiyle sucuk yapıyoruz… artık bunu farkedene… itiraf edebilene…
______________www.anafikir.comfikrin kadar varsın…