Bembeyaz bir kefen ile mezara koyarlarken daha oracıkta ölesim geldi. Ölememiştim. Şimdi orada önümde yatıyordu ve ben dokunmak bir yana, onu artık göremiyorum bile. Ne acıdır, sesini bir daha asla duyamayacak ve yüzünü bir daha asla göremeyeceğim. Asla bir başkasına, bir daha “seni seviyorum!” diyemiyeceğim.Sonraki günlerde tekrar gittim mezarına. Henüz sadece toprak vardı üzerinde, o bildiğimiz taş henüz yüklenmemişti.Ölmekten korkmuyordum, ama bir inanca göre cennet ve cehennem vardı. 1500 yıldır okunan ezanlar aldatmaca değilse tabii. Ya gerçekten cennet ve cehennem varsa? Bu sorunun yanıtını bulamadığım için canıma kıymak istemiyordum. Çünkü yine o inanca göre canıma kıyarsam cehenneme gidecektim, ve o cennette olacaktı.Bu dünyada koparıldığımız yetmiyormuş gibi birde o dünyada koparılacağız. Tanrı doymuyor öldürmeye. Düşünüyorumda acaba hangimiz daha günahkar? Eğer bir katil aranıyorsa, Tanrı’nın eşgalini polise vermeliyim.Ebru sadece ölmüştü. Nedeni, nasılı, çok önemli değil. Önemli olan onun sonsuza kadar sürecek yokluğu artık.Eve döndüm, oturup televizyon izledim. Sonra odamıza geçtim. Yatağa baktım bir süre. Gözlerim ağlamaklı oldu, ama bu kadar arabesk olmamalıydım. Uzandım ve yastığıma, yorganıma sarıldım. Ona sarıldığımı hayal ettim bir an. O an kahroldum işte. Arabesk olmalıydım. İliklerime kadar hissettim acısını ve canım çok yanıyordu. Ağladım, hemde hıçkırar hıçkıra ağladım.Ne kadar sürdü bilmiyorum. Uykuya dalmışım. Uyandığımda dışarıda hayat yine beni bekliyordu. Yalnız değildim, tek başımaydım sadece. Sahilde bir çay içtim sabahın kör karanlığında. Sonra biraz yürüdüm, biraz ağladım.Düşün, bir daha asla sesini duyamayacağım. Yüzünü göremeyeceğim. Bu korkuyla yürüyordum. Evet bu bir korkuydu benim için. Çünkü bir süre sonra taptığım o kadının sesini, yüzünü herşeyini unutacaktım. Yalnız değil evet, ama tek başına çaresiz olacaktım tüm bunlar olurken.Belki de yanılacaktım … Belki de yine sevecektim, sonra yine o yüce katil onu benden alacaktı.Kim bilir …