ne de çabuk geçiyor günler. ve fakat hayat bir o kadar ite-kaka ilerliyor. saçlarıma düşen beyazların sayısı bu aralar epey arttı. 25 yaşında bu kadar stres sahibi olmak kötü. işi bırakıp şirket kurarken bu kadar sıkıntı çekeceğimi hesap etmemiştim açıkçası.özellikle son bir iki hafta çok hızlı geçiyor. ortaktan teoride ayrıldım, kağıt işlemleri kaldı. ev arkadaşlarım pek uğramadığımdan onlara da nota gönderdim ve evden ayrılıyorum. yaklaşık bir haftadır ev arıyorum. ve bugünkü o yoğun sıcakta 3 saat gezdim ev aramak için. sanırım başıma güneş geçti, çünkü sinüzit’im olduğunu öğrendiğim 14 yaşımdan beri ilk defa bu kadar ağrıyor başım. ve işin kötü yanı, ağrı kesici bile kâr etmiyor. burnu kanar ya insanların başına güneş geçince ve rahatlarlar; ben de burnumu kendim kanatmayı düşündüm yumruk atarak. ağrı beyne vurdu herhalde deyip “smiley” koyuyorum ahan da buraya buyrun: :)iş dünyası çok çalkantılı. neler olacak hiç bilinmiyor. haftada 3 gün danışmanlığa gittiğim firma, en büyük holdinglerden biriyle anlaştı. bu yüzden benim yerim de sağlamlaşmış oldu iyice bünyede. iki tane “halef” yetiştirip istifa etmiştim oysa. ve her gün, “sanırım beni bu ay kovarlar danışmanlıktan” diye korkuyordum ki bu olay imdadıma yetişti. ama doğru dürüst sevinemiyorum bile buna, çünkü çok yoğun bir proje çıkartılar başımıza holding olarak. zaten holding’i doğrudan türkçe’ye çevirince kötü bir şeyler olacağını anlamalıydım. (bkz: “kavramak”)şirketimin web sitesi, daha geçen hafta amerika’ya yollanan kadîm dostumun kurumsal sitesi, ilk aldığım lens firmasının sitesi, danışmanlığını yaptığım firmanın devasa sitesi derken kendime zaman ayıramamaya başladım sanırım. “vakit nakittir” sözü de bunu mu anlatıyor acaba? en eski arkadaşımın en sevdiğim laflarından biri de buna benziyor: “herkes bir şeylerini satar hayatta kalmak için.””ben ömrümü satıyorum” dedi haftasonu çaylanırken beraberce eskiden beraber gittiğimiz cafe’mizde. “ben hayaller satıyorum” deyiverdim, sonradan niye dediğimi anlamadan. sonra düşündüm de, gerçekten öyle sanırım. iş yönünden baktığında, birilerine “teklif” dokümanları gönderip duruyorsun ve o dokümanlarda insanların hayallerini ödeyebilecekleri paralara gerçekleştirme sözü veriyorsun bir bakıma. sevmesem de hayatımın temel geçim kaynağı, bilgisayar kapanınca silinen bilgiler üzerine dayalı. bu yüzden dünü olmayan, herşeye rağmen yürüyüp devam eden garip bir hacıyatmaz olmam gerekiyor bu sektörde bu şartlarda başarılı olabilmem için.yeter! iş hakkında yazmak istemiyorum artık.mezuniyet bir şey değiştirmedi hayatımda. cuma günü firmaca tantuni yemeğe gittik. orda “hadi bu da senin mezuniyet kutlaman olsun” dendi, tek somut olay budur. ha unutmadan, artık e-nba olaylarına da bakabiliyorum. az önce sakarya’da e-nba yapan bir arkadaş söyledi bana oranın en iyi “askerlikten-kaçma-servisi” olduğunu. “en iyi” bu durumda “en ucuz” oluyor tabii ki.——————-neden hayat bu kadar uzak?
——————-sevilenle yenilemeyen yemek akşamı o kadar güzeldi ki. sanırım aşk denen şey (aşk mı sevgi mi polemiklerinden uzağım, evet) gerçekten büyülü. sezen aksu’nun söylediği ve bonus saçlı gay şarkıcımıza ait klasiklerden olan bir şarkı cuk oturuyor bu konuya ama ben bu baş ağrısıyla o adamın adını hatırlayamacağım. (grup gündoğarken diyesim geliyor suni teneffüs saatlerinde)bkz: “sevgili, bir tek sevgili, nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini…”hoş bir seda kalsın yokluğumda burada.———————istanbul avrupa yakasında meciyeköy ve çevresindeki semtlerde merkezi ev arayanlar için yazıyorum bundan sonraki satırları. fulya=yokuş, şişli=para+karşılığı, esentepe=işyeri(ev yok), gayrettepe=para(karşılığı yok, gereksiz pahalı özetle), mecidiyeköy=yokuş. dengeler söz konusu olunca, şişli ya da mecidiyeköy’de karar kılacağız sanırım. yeni ev arkadaşı adayım ve benim kiralarımızın toplamına, ikimizinkinden de çok daha güzel bir ev bulunabilir teorisini pratiğe dökmek sandığımız kadar kolay olmadı nitekim.bir de akrepleri sevmiyorum, bu evde 2 tane akrep çıktı! ilaçlattım sonrasında ama gayet yeni ve merkezi bir apartmanın çok da iyi temizlenen katlarından birinde akrep olması çok şaşırttı beni. halen yenip yendiği yerde bırakılan çerez poşetleri geceleri çıtırdadığında aklıma geliyorlar sanki koltuk üstünde yürüyorlarmış gibi. evet, kötü bir duygu ama insan herşeye alıştığı gibi buna da alışıyor zamanla.daha önce de dediğim gibi, insanın en iğrenç ama aynı zamanda da en ulvi duygusu bu: alışabilmek.———————arkadaşlık sitesini alırsam kendimle çelişiyor olacağım. bu tür sitelere hep karşıydım, şimdi ise borçları ödemek adına böyle bir şeyi yapmak zorunda kalabilirim. zihnim, hep yapabildiği üzere kendimi kandırmaya çalışmakla da meşgul. belki de bir kaç beyaz saçın nedeni budur. evet, yine işten bahsettim. sanırım bir süre kafamda epey yer işgal edecek bu sorunlar. ama yaşamak da “positive-feed-back”e karşı koymak değil midir?bu deyimi ortaokulda duymuştum ve o zamandan beri hayatımda çok önemli bir yeri var.o yüzden bunun hakkında da daha sonra yazmak temennisiyle yeniden buluşancaya dek esen kalın efendim.