günlük yaz
bu “günlük yaz” ve ardındaki yazı, şimdi galaksiye giriş yapıyormuş hissi verdi bana…Neyse efendim, geçen günlerde bilmiyorum neden, yine bildirgeç‘te deli danalar gibi bir o yana bir bu yana dolanıp dururken, bir yazı üzerine webrazzi‘ye konuk olma şerefine nail oldum. o yazı senin bu yazı benim derken bir yorumlar silsilesiyle karşılaşmam kaçınılmaz olmuştu. karşımda onlarca yorumu görüyor ve okudukça okuyasım geliyordu. aralarından bir isim (yorum değil isim, hatta rumuz, lakap mı demeliydim? “nick” işte) dikkatimi sündürdü:
yıllar yıllar önce ortaokul sıralarında bizlerin ve arkadaşlarımızın, sıraları kazırken, hatta modern hattatlıklarının örneklerini sıralarla paylaşırkenki günlerim geldi aklıma. o zamanlar ankara anadolu lisesi‘nde okuyordum. (şimdi aal’liler dökülürse buraya şaşırmam). o zamanlar metal müzikle aram pek limoniydi. üstelik bu limonatalık durumu lise ikiye kadar devam ettirdiğim halde nasıl oluyorda şu an metalden başka müzik dinlemekte zorluk çekiyorum, hâlâ anlayabilmiş değilim. aslında bunun analizini de bu yazıda yapmak isterdim ama bununla ilgili fizibilite çalışması yapmadığım için, bu konuya el sallamakla iktifa edeceğim.neyse efendim (neyse efendim lafını çok kullanmamak lazım sanırım), benim metal müziğe bakışım böyle bir durumdayken, sınıftaki diğer arkadaşların metalle yakından ilgili olduğunu anlamak zor değildi. nerden anlıyoruz? olayı dinleyelim (pardon, okuyalım!):
sıralarımız biz küçük ortaokul bebeleri tarafından kazım kazım kazındığından dolayı sıraların yenilenme, feraha erme vakti gelmiş de geçiyordu bile. okul yönetimi de bunun farkına varmış olmalı ki, sıraları zımparalatmış ve muhtemelen bir kaç gün içinde de cilalatacaktı, fakat eğitim ve öğretim programımızın aksamaması için bir kaç gün sonraya ertelemişti. dolayısıyla bir sabah okula geldiğimizde cillop gibi sıralar bizi bekliyordu, üstelik cilalanmamıştı da. kazınmaya, yontulmaya ve sanat şaheserlerimizi sergilemeye hazırdı!metal müzikten bahsediyordum değil mi? işte çok değerli metalci arkadaşlarımızdan biri, sıraya testament yazılarından birini büyük bir özenle yazmıştı. gerçekten de diğer karalamalarla karşılaştırdığımızda bu tam bir şaheserdi. kendisini her hatırladığımda tebrik etmek istiyorum, tekrar ber tekrar…ertesi gün geldiğimizde sıralar çoktan cilalanmıştı, ve artık testament yazısı bir diğer zımparalama işlemine kadar orada kalacaktı!işte o dönemlerde rotring uçlu kalemler pek revaçtaydı. kahverengi afedersiniz dışkı rengi… neyse ki kısa bir süre sonra tikky adıyla renklilerini üretmeye başlamıştı rotring… bu arada daha sonraları bunların kalınlarını üreterek feleğimizi şaşırmamıza sebep olmuş, arıdndan inceleri de piyasadan çekerek hepimizi sinirlendirmişti.
rotring tikky 2 -kalın olan!
ben de rotring’lerin ince olanlarının hastasıydım ama kalemler kaliteli olduğu kadar pahalıydı da. üstelik bol bol kayboluyor ya da çalınıyordu. sayamadım, kaç tane rotring (kehverengi) ve tikky (rangarenk) kaybettiğimi…o kadar rotring kaybedince, otomatik olarak alternatiflere de bakmaya başlıyorsun… işte ben de okypen diye bir kalem markasına ilk defa o zamanlar rastladım.
okypen (kalem üretmiyorlar artık sanırım)
işte yazının biraz öncesinde bahsettiğim oky, bana bunları hatırlattı.
devamı gelecek!