YEŞİL GÖL EFSANESİYeşil Göl –Uçarsu“Uçarsu Akdağdaki su kaynaklarının en büyüğüdür. Akdağın tam bağrından ve doruğa yakın bir yerden çıkar. Önce hızla gökyüzüne doğru fışkırıp sonra da ovaya doğru kıvrılarak döndüğü ve bir şelale gibi aktığı için adına Uçarsu demişlerdir. Uçarsu ve öteki dağ sularının hepsi Akçayda birleşirler. Akçay önce Gömbeyi sonra da bütün Elmalı Ovasını sular ve Torosların arasında kaybolur gider. Dağların altından Akdenize dökülür.”Yeşil Göl EfsanesiO gün çok sevinçliydi. Okuldaki yarışmada bir saat kazanmıştı. Eve giderken çarşının içinden koşarak geçti. Çarşının sonundaki taş evlerin girişinde Nergisi gördü. Nergis onu görünce sevinçle havaya zıplayarak anneannesine ‘anneciğim anneciğim’ koş gel Timur saat kazandı diye seslendi. Timur utandı. Durdu. bir şey söyleyemedi. Nergis Timura yaklaşarak bugün yine tepeye çıkalım mı dedi ve beraberce yürüdüler. Zaten evleri aynı sokakta ve alt altaydı.Tepeye gitmek için önce yolun kenarındaki dik kayalıkları tırmanacaklar sonrada çalılıkların arasındaki toprak yoldan yürüyerek tepenin ortalarına kadar gideceklerdi. Önde Nergis arkada Timur, Timurun da yardımıyla dik kayayı tırmanarak küçük mağaraya kadar geldiler. Küçük mağara iki katlı idi. Mağaranın içerisine mağaranın küçük kapısından girdiler. Küçük iki odası, taş sedirleri ve duvarlarda minik rafları vardı. Nergis, taş sedirin üzerine örtü serer gibi yaptı ve Timura gel buraya otur dedi. Timur oyunu sevmedi. Nergise burada durmayalım tepeye çıkalım dedi. Mağaranın üst katındaki pencerelerden dışarıya baktılar. Yan taraftaki kayalıkları geniş dallarıyla örten büyük harnup ağacının dibinde deli Haydarın ini vardı.Deli Haydar, mağaranın önündeki taşların üzerinde oturuyordu. Ona gözükmemek için kapıdan usulca çıktılar. Ama deli Haydar onları mağaraya girerken görmüştü. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve denize doğru dönerek hepinizi bombardımana tutacağım hepinizi bombalayacağım hayt be diyerek narasını attı. Sonra da,Evlerimizi mezar yaptık mezarlarımızı ev.Kurtarmaya gelmiyor bizim gemiler.diye her zaman dilinde olan şarkısını söyledi. Kısa beyaz sakalı mavi gözleri vardı. İninde her yer kararmış kirli giysilerle doluydu. Üstünde yaz, kış hiç çıkarmadığı uzun siyah bir paltosu ve başında siyah kasketi olurdu. Çarşıya çok seyrek inerdi. Yandaki kayaların üstündeki mağaradan dışarıya kara sakallı şişko bir adam çıktı. Deli Haydara doğru baktı sonra olduğu yerde dönerek tekrar inine girdi. Şişko adam, Deli Haydarın her narasında dışarıya çıkardı. Buraya yeni gelmiş, hiç kimseyle konuşmazmış ve yabancı bir adı varmış. Timur ve Nergis tepede tırmanmaya devam ettiler. Geven dikenlerinin bir yerlerine batmaması ve sütleğenlerin yapışkan yapraklarına sürtünmemek için çalıların arasından itina ile yürüdüler. Çift damın önüne kadar geldiler. Çift dam tepedeki, en büyük mağaraydı ve içinde hep birileri otururdu.İçeriye bakmaya çekindiler. Çift damın önünden geçerek damın üstündeki yassı kayalara oturdular. Timur, tepeye doğru her yeri örterek yayılan datçalılarından bir demet yaparak Nergise verdi. Nergis, datçalılarının küçük yeşil yapraklı ince pembe dallarını birbirine geçirerek bir taç yaptı ve tacı, sana çok yakıştı diyerek Timurun kafasına yerleştirdi. Timur tacı Nergisin başına koyarak sana daha çok yakıştı dedi. Birbirlerine iyice sokuldularkarşıdaki denizi ve adaları seyrettiler. Nergis, adaların arkasındaki ufuk çizgisini işaret ederek Timura annem ta oralarda yaşıyor dedi. Akşam olmadan tepedeki kayaların arasından adaçayı elması ve pıynar peliti toplayarak evlerine döndüler.Uçak ona doğru iyice yaklaşıyordu. Uçağın içindeki güleç yüzlü genç adam uçaktan aşağıya eğilerek ona adın ne diye sordu. Timur evlerinin arkasındaki şose yolda tel arabasıyla direksiyon ve patinaj hareketleri yaparak dürt düüt vın vın gidiyoruz gidiyoruz yok mu gelen diyerek arabacılık oynuyordu. Başını uçağa doğru kaldırdı. O da genç adama gülümseyerek benim adım Timur dedi. Genç adam,-Nereye gidiyorsun? Sen de bizimle gel.-Hayır. Ben arabayla gideceğim.-Arkadaşın bizimle geliyor. Arkadaki uçakta.-Hangi arkadaşım adı ne?- Nergis.Timur Nergisi görebilmek için arkadan gelen uçaklara baktı. Mağaraların denize indiği yerden rengarenk uçaklar geliyordu. Uçaklar yolun altındaki dut ağaçlarına neredeyse dokunarak ve evlerinin kiremit örtülerinin üstünden geçerek, karşıdaki dağların arasından akıp gittiler. Karşıdaki dağın yamacında tepeyi aşmak üzere duran bir gemi göründü. Geminin uzun sarı bir gövdesi vardı. Birdenbire denizden, adalar üzerinden gürültüler ve uğultular içerisinde bir sürü askeri uçak hızla uçarak dağlara doğru geldiler, sonra aniden geri dönüp geldikleri yerde kayboldular .Annesi evlerine bitişik merdivenlerden kumrular bile “el göçtü biz kaldık” diyorlar diyerek yolun kenarındaki duvara oturdu ve Timuru izlemeye başladı. Duvarın kenarındaki incir ağacında bir kumru guguk guk, guguk guk diye ötüyordu . Herkes yaylaya göçmüştü.Sadece yolun aşağısındaki taş evde torunu ile yaşlı bir kadın oturuyordu. Onlar yaylaya hiç göçmez ve onlarla kimse konuşmazdı. Yaşlı kadın elinde bir tabak dolma ile aşağıdan gözüktü ve duvarın başına gelerek annesinin yanına oturdu. Dolmayı annesine verdi. Yaşlı kadının getirdiği yemekleri evde annesinden başka kimse yemezdi. Herkes gavurun tabağından yemek yenmez derdi. Yaşlı kadın fısıltılı bir sesle konuşuyordu. Bizi buradan gönderecekler. Allahtan Rafet belediye meclisinde çalışmış. Onu çok seviyorlar. Kendiliğimizden gitmemize göz yumacaklar. Timur konuşulanları duyabilmek için tel arabasını duvarın yanından yolun dibindeki kayaya doğru sürüyor ve kayadan yola viraj dönme hareketleri yaparak gidip geliyordu. Birden ayağı takıldı ve kayalara çarparak düştü. Uyandığında babası ona bakıyordu. Elindeki sütlü çikolataları yastığının altına koyarak Timura gülümsedi ve ne o virajı alamamışsın dedi. Timurun dudağı yarılmış ve dudağına hastanede dikiş atmışlardı.Timur babasına Yeşili nereye götürecekler diye sordu. Babası, çocuklar böyle şeyleri konuşmazlar. Bunu sakın dışarıda hiçbir yerde konuşma dedi. Annesi mutfaktan seslendi. Ben sana artık göçelim diyorum. Sen hareket etmiyorsun. Bu çocuğun arkadaşı kalmadı. Şeytan kandıracak dedi. Babası annesine, tamam.yarın şeritleri hazırlayalım diye cevap verdi. Daha sonra annesi yanlarına gelerek babasına fısıltıyla komşu akşam bize gelecek. Seninle konuşmak istiyor. Nergisi size verelim, oğlunuzdan birisiyle evlendirirsiniz dedi. Babası olmaz öyle şey sen karışma. Ben konuşurum. Bu sorumluluğu taşıyamam dedi. Akşam yaşlı kadın gelince evde herkes ne söyleyecek diye nefesini tuttu. Babası yaşlı kadına olmaz. Daha çok küçükler diye cevap verdi. O günden sonra onlardan hiç konuşmadılar. Zaten artık onları hiç görmediler. Deli Haydar ve yabancı şişko adam da gözükmediler.Sabah daha gün doğmadan uyandılar. Şeritler için kıl çaputlar çıkarıldı. Yatakları şeritlere yük yaparak sardılar. İbrik, sürahi ve kap kacak kasalara konuldu. Radyo ve aynayı yanlarına aldılar. Eşyaları yola çıkardılar ve hep birlikte kamyonu beklemeye başladılar. Kamyon, küçük kasalı ve kırmızı burunlu küçük bir kamyondu. Önce, öte yakadan göçleri alacak, en son kendilerine gelecekti. Eşyaları kamyona, şeritler önde, kasalar arkada olacak şekilde yerleştirdiler. Kadınlar önde şeritlerin, çocuklar arkada kasaların üzerinde oturarak yola çıktılar. Bütün gün sürekli tırmanarak gideceklerdi. Dağları aştılar. Ormanlardan geçtiler. Yolda, karşıdan karşıya koşarak geçen tavşanları, sincapları ve keçi sürülerini seyrettiler. Yaz gelince, sular iyice azalmaya başlayınca hayvanlar kendiliğinden yaylanın yolunu tutarmış. İri gövdeli büyük meşe ağaçlarının olduğu düzlükte mola verdiler. Yolluk için hazırladıkları haşlanmış tavuk, yumurta ve patates yediler. Ardıç ağaçlarının arasındaki çeşmeden su içtiler ve serinlediler. Dar yolda, yolun iki tarafından tepelere doğru ağan sedir ağaçlarının arasından geçerken karşıda Akdağın uzun çıplak tepesini gördüler. Akdağın bütün yamaçları bembeyaz kar örtülüydü. Karın serin kokusunu ciğerlerinde hissettiler. Timur karşıdan önce ardıç, sonra da servi ağaçlarının arasından kendi evlerini bulmaya çalıştı. Evlerine iyice yaklaşmışlardı.Herkes yardıma geldi. Eşyaları hep birlikte taşıdılar. Kadınlar evi kireç ile badanalamışlar, sarı tahta boyasıyla boyamışlardı. Adalardan kaçak gelen dikiş makinesini, vitrin süslerini ve ipek kumaşları itina ile yerleştirdiler. Göçün tamamı ertesi gün gelecekti. Timur, göçün gelişini seyretmek için sabah erkenden kalktı ve balkona koştu. Göçün önünde ince kumaştan temiz ceketleri, yakaları iliklenmiş gömlekleri ve en yeni şapkaları ile atlarının üzerinde yaşlı adamlar geçtiler. Ak yüzleri traşlı idi. Her ata bir deve bağlıydı. Develer ve atlar kırmızı siyah örgüler ve gök boncuklarla süslenmiş develerin üzerindeki yükler her evin en yeni kilimleriyle örtülmüştü. Arkadan katırlarının üzerinde kadınlar geçiyordu. Yeni çarşaflarının içinde çiçekli fistanları gözüküyordu. Ak dastarlı ve güleç yüzlüydüler. Kadınların arkasından gençler ve çocuklar yürüyerek geçtiler. En arkada keçi sürüleri, inekler ve atlar sürüler halinde geçiyor, çobanlar sürülerin etrafında koşuşturuyordu. Timur göçten sonra bahçeye indi. Bahçede uzun silindir arı kovanları üst üste dizilmişti. Köşedeki ahırda inekleri ve buzağıları vardı. Katırlar ve atlar yan yana takılıydı.Timur beyaz atın yanına giderek onu sevdi ve ata seninle çok koşacağız dedi. Bahçenin ortasından geçen su arkı bahçeyi ikiye bölüyordu. Ark boyunca kızılcık ağaçları dizilmişti. Arkın yanından geçerken kurbağalar cup cup suya atladılar. Bahçenin alt kısmında tavşan başı elması, şeker armudu ve erik ağaçları vardı. Bahçenin etrafı çayırlarla ve servi ağaçlarıyla çevrilmişti. Timur, kargalar gelmiş midir diye servi ağaçlarının tepesine baktı. Annesi kargaların geçmişten, atalarından haber getirdiğine inanır ve onlara ayrı bir özen gösterirdi.Akşam ezan okunurken önce dağlar sessizliğe bürünürdü. Hava kararmaya başlamıştı. Herkes evde toplandı. Timur balkonda oturuyor eve dönüşü seyrediyordu. Yoldan geçen yabancı bir adam selamünaleyküm diyerek Timur’a seslendi. Ben oduncuyum dağlardan geliyorum. Geç oldu. Artık tekkeye yetişemem. Akşamlamaya tanrı misafiri kabul eder misiniz diye sordu. Timur bir şey diyemedi. Evleri kalabalıktı. Babasının misafirleri vardı. Panayırda alışveriş yapmak için gelmişler, bir haftadır onlarda kalıyorlardı. Babası içeride onlarla oturuyordu. Babasına sordu. Babası sorulur mu oğlum diyerek ayağa kalktı ve yabancı adamı birlikte karşıladılar. Evde herkes namaza durmuştu. Yabancı adam abdest alırken Timur adama ibrikle su döktü. Adamın kırmızı bir yüzü, üzerinde gri uzun bir hırkası, başında kızıl desenleri olan sarığı vardı. Yemekten sonra Timur babasına, yabancı adam kimmiş diye sordu. Babası sorulur mu söylemiş ya işte. Tanrı misafiri. Annesi de, yoldan geçene su verilir, ekmek verilir. Kim olduğu sorulmaz. Belki de hızırdır dedi.Ertesi gün önce misafirlerini uğurladılar. Misafirleri panayırdan giysi, kap kacak, çeyizlik alışverişlerini yapmışlar, katırlarını yükleyerek yola çıkmışlardı. Annesi de yıllık ve hediyelik panayır alış verişlerini onlarla birlikte tamamlamıştı. Yayladaki akrabalarına ziyarete gideceklerdi. Bir de düğün vardı. Misafirler gittikten sonra onlar da eşyalarını katırlara yüklediler. Timur ve annesi ve iki kadın ile beraber katırlara binerek yola çıktılar. Dar yoldan sürekli tırmanarak bütün gün yol gittiler. Aşağıda sıra dağlar ve uzun bir vadi göz alabildiğince uzanıyordu. Timur kadınların arasında gidiyordu. Tek erkek oydu. İki dağ arasından, kısıktan geçerken yol sadece tek bir katırın geçebileceği kadar daraldı. Sarp ve keskin kayalar, yolun kenarından iki dağın en yüksek tepesine doğru dikleşerek çıkıyordu. Yuvarlak büyük kaya parçaları arasından güçlükle ilerlediler. En arkadaki kadın önünden giden Timura arkada yeşil göl var, sakın arkana bakma dedi. Timurun önündeki kadın da, erkek çocuklar Yeşil Göle bakmazlar. Hiç arkana bakmadan git diye tekrarladı. Timur korkmuştu. Katırını en önde gitmekte olan annesine doğru sürdü. Ona iyice yaklaşarak kadınlar yeşil göle bakma diyorlar dedi. Annesi, evet yeşil göldeki kadın erkek çocukları kandırıyormuş sakın arkana bakma. Timur en arkada kalmadan ve devamlı kadınlarla konuşarak yollarına devam ettiler. Akşam olmadan yaylaya vardılar.Kaldıkları çadırda hiç erkek yoktu. Sabah höşmerim yediler. Çadırın en küçük kızı Timura gülerek yaklaştı. Kızın kurumuş bir yüzü vardı. Elleri çıtır yarıktı. Timur kızdan hoşlanmadı.Kadınlar kızın annesine, kızın beşik kertmesi var mı diye sordular ve Timurun annesine baktılar. Timurun annesi biz çocukların hiçbirine beşik kertmesi yapmadık dedi. Sonra da Timura haydi beraberce dışarı çıkın. Karlarda kayarsınız ama geç kalmayın, akşama düğün var dedi. Beraberce dışarı çıktılar. Tepelere doğru uzanan kar kütlelerinden eriyen sular düzlüğün tam ortasında uzun bir kanal oluşturmuş ve düzlüğü ortadan ikiye bölmüştü. Kanalın kenarlarındaki çayırlarda atlar yayılıyordu. Kanalın iki tarafındaki düzlükte siyahlı beyazlı çadırlar kurulu idi. Çadırın küçük kızı Timuru kar kütlelerine götürdü. Bir süre birlikte karda kaydılar. Timur kızla oynamaktan sıkılmıştı. Karda kaymayı bıraktılar. Kız düzlüğe, çadıra dönelim dedi . Timur düzlükteki çadırı kolayca bulabileceğini düşünerek yalnız kalmak istedi. Kız çadırlarına dönünce Timur koşarak kar kütlesinin tepesine tekrar çıktı ve kendi kendine kaymaya başladı. Bir süre sonra yan taraftaki kar kütlesinde bir başkasını fark etti. Timur tepeye çıkınca o da çıkıyor, kayınca o da kayıyordu. Sonra bu aralarında bir yarış halini aldı. Birbirlerine iyice yaklaşarak birlikte kaymaya başladılar. Artık yuvarlanarak, birbirlerine çarparak, birbirlerine sarılarak kayıyorlardı. Kar kütlelerinde kaymak her ikisi için de eğlenceli bir hal almıştı. İyice yoruldular tepedeki ardıç ağacının dibinde oturdular. Timur,- Senin adın ne dedi. Kızın yanakları al, al, elleri beyaz ve yeşil gözleri vardı.-Yeşil. Tepenin diğer tarafını işaret ederek aşağıda kızıl taşta oturuyoruz dedi.-Akşam düğün var biz düğüne geldik. Düğüne gelecek misiniz?-Annem bilir.Düğün için düzlüğün ortasında büyük bir ateş yakılmıştı. Erkekler ateşin etrafını daire gibi çevirerek oturmuşlar, bir kısmı arap ile zenne oyununu oynuyor bir kısmı onları seyrediyorlardı. Zenne kaçıyor arap kovalıyordu. Kadınlar kıl çaputlarla ayrılmış alanda oturmuşlar, delbekçi kadınlarla birlikte türkü söylüyorlardı.Şu karşıki dağda yıldız ışılar.Soktular kamayı kanım fışılar.Kurtarmaya gelmiyor zalim komşular.Timur düğündeYeşili aradı ama bulamadı. Onu göremeyince canı sıkılmıştı. Timurun huysuzlandığını gören annesi niye etrafına bakınıp duruyorsun, birini mi arıyorsun diye sordu.Timur, Yeşili bekliyorum dedi. Düzlükteki kadınlar Timurun annesine, Yeşilin aşağıda Kızıltaşta, yurtta annesi ile birlikte yaşadığını, keçi sağdıklarını yün eğirdiklerini söylediler. Topluma girmezler. Buralara gelmezler. Dediler. Ertesi gün kadınlar, akrabalara ve gelin gezmesine gittiler. Timur bir yolunu bulup buradan sıvıştı ve Yeşilin yanına karlarda kaymaya gitti. Yeşil, ardıç ağacının dibinde yün eğiriyordu. Yeşil Timura beyaz mağarayı göstermek istedi. Beyaz mağara Akdağın en büyük kar mağarası idi. Yeşil, seni bizim oraya götüreyim, büyük bir mağara var diyerek kuzularını topladı ve birlikte aşağıya Kızıltaşa doğru indiler.Annesi kayaların dibindeki yurtta, derenin kenarında keçileri sağıyordu. Yeşil, kuzuları annesine bıraktı ve beraberce Kızıltaşın yanından mağaraya içeri girdiler. Mağara çok büyüktü. mağaranın içinde her yer bembeyaz kar örtülüydü. Mağaranın içinde masmavi bir gökyüzü ve aşağıya doğru beyaz büyük bir dağ vardı. Mağarada biraz yürüdüler fazla ilerlemeye korktular. Mağaradan çıkınca Yeşil etrafına bakındı. Biraz ileride kayanın arasından gak guvak gak guvak diye öterek bir kınalı keklik gözüktü. Koşar gibi onlara doğru geldi ve durdu. Timur onu yakalamak için birden kekliğe doğru koştu ama yakalayamadı. Yeşil, Timura çok hızlı gider onu yakalayamazsın dedi ve keklik gibi öterek onu yanına çağırdı. Keklik ağır ve ürkek adımlarla Yeşile doğru yürüdü. Yeşil onu kucağına aldı sevdi. Bunun adı kınalı keklik onu kimse yakalayamaz. Çok güzel öter, bütün kuşları yanına toplar dedi ve Yeşil ve keklik birlikte ötmeye başladılar. Etrafta kayalıkların arasından önce keklik yavruları sonra kartal yavruları çıkmaya başladılar. Kınalı keklik öttükçe çoğaldılar. Timur kınalı kekliği çok sevdi eline alıp sevmek istedi. Yeşil elindeki kekliği Timura vererek bunu al, koynuna koy. Senin kekliğin olsun. Kimseye verme. Uçmaya başlayınca dağlara doğru sal, o buralara gelir. Sonra Kızıltaşta kayaların üzerine oturarak aşağıda önlerinde uzanan sıra dağları seyrettiler. Kızıl kayalıklar aşağıya kar derelerine kadar iniyor, yukarıdaki dik kayalıkların arasında yeşil göl duruyordu.Kızıltaştan ardıç ağacına kadar tekrar beraber geldiler. Timur, Yeşile ertesi gün evlerine döneceklerini söylemişti. Ayrıldılar. Timur kınalı kekliği annesinden ve kadınlardan yol boyunca koynunda sakladı. Evde arkadaşlarından bulduğu bir kafese yerleştirdi. Kınalı keklikle arkadaş oldu. Onunla birlikte öttü, onu bahçede dolaştırdı ve onu her şeyden uzak tuttu. Annesinin kargalara vermek için ayırdığı darılardan yedirdi. Annesi kınalı kekliği fark etmekte gecikmemişti. Annesi Timuru aman oğlum ona iyi bak. Avcıların eline geçmesin. Kınalı kekliğini, keklik avlamak için kullanırlar. Çok güzel ötüyor. Bütün keklikleri onunla kandırırlar. Onu uçunca dağlara bırak. Kimsenin eline geçmesin, annesinin babasının yanına gitsin diye ikaz etti. Timur Yeşile söz vermişti. Kınalı keklik uçmaya başlayınca onu Akdağa doğru salacaktı.Hacılı her sene panayır sonrasında ziyaretlerine gelirdi. Vadinin ucundaki düzlükte yaşıyordu. Yüz yaşında olduğunu ve dokuz kere hacca gittiğini söylerdi. Kendisine bu yüzden hacılı demişler. İyice kısalmış boyu, küçük çekik gözleri, uzun beyaz sakalı ve duru bir yüzü vardı. Beyaz sarığını itina ile çıkardı. Masanın üzerine koydu. Kuşağından kırmızı sedef saplı, çiçek işlemeli küçük bir bıçak çıkardı ve Timura verdi. Bu senin olsun. Bu defa sana anlatacaklarım var. Bu yörenin beyi büyük büyük dedeniz diyerek Yeşil Göl efsanesini anlatmaya başladı.Beyin adı Ali Veli. Onun beyliğinde her yerde sular bol, tarlalar verimli, hayvanların etleri sıkı ve kokulu imiş. Ali Velinin heybetli görünümü, adil yönetimi ve obasındaki bolluk dillere destan olmuş. Bu durum yöredeki cinlerin dikkatini çekmiş ve kraliçe cin Ali Veliye aşık olmuş ve onu her yerde takip etmeye başlamış. Değişik görüntülerde ve değişik yerlerdebeyin önüne çıkıyor, naz ediyor, bel kıvırıyor ancak bir türlü karşılık göremiyormuş. Ne yaptıysa olmamış. Ali Velinin aklını da gönlünü de çevirememiş. Sahilden Akdağa göç zamanı imiş. Yine göç başlamış. Akşama doğru torosların eteğinde mola vermişler.Oba, çadırlarını kurup hayvanlarını sularken ve bir taraftan da ateşi yakıp akşama hazırlık yaparken beyin çadırına bir atlı haberci gelmiş. Haberci, beye, sahilde kalan babasının aniden hastalandığını ve birden yatağa düştüğünü söylemiş. Ali Velinin babası bir kısım akrabaları ile birlikte Merigise ve adalarla olan ticareti devam ettirmek için sahilde bekçi kalmış. Hep böyle olurmuş. Obanın bir kısmı sahilde ticaret için bir kısmı da yaylada ürün için bekçi kalırmış. Bey derhal atına atlamış ve doğru sahilin yolunu tutmuş. Adamları beraber gidelim, seni yalnız bırakmayalım dedilerse de kabul etmemiş. Siz buraya obanın başından ayrılmayın yolunuza devam edin, göçü devam ettirin ben size yetişirim demiş ve yola çıkmış. Sahil mola yerine bir hayli uzaktaymış. Ali Veliye debelleş olan cin bunu fırsat bilmiş ve dünyanın en güzel ve en çekici kadını kılığına girerek beyin yolunu kesmeye karar vermiş. Bey, göçlerin ilk mola yeri olan bol gölgeli yüksek meşe ağaçlarının altındaki çeşme başına kadar hiç durmadan tek başına dönmüş gelmiş. Elini yüzünü yıkayıp suyunu içtikten ve atını suladıktan sonra tam ata binmeye hazırlanırken Ali Veli al beni, al yanına koy beni diye işveli bir kadın sesi duymuş. Ali Veli önce destur çekmiş ve sonra sese doğru dönmüş ve öylece kalakalmış. Kadın beye, ben aşağıdan zahireci Nikonun yanındaydım. Çete baskınlarından kaçtım. Oduncu Cemilin yurduna gönderdiler. Orada kalmak istemiyorum. Beni yanına al, himayene al demiş. Bey oduncu Cemili duyarmış. Oduncu Cemil hep obadan ayrı hareket eder, ayrı yerlerde yurt kurarmış. Çoğu zaman Akdağın en uzak yerindeki suların çıktığı yerde yaşar ve aynaya bakarmış. Aynada geleceği görür ve gelecekten haber verirmiş. İnsanların arasına pek karışmazmış. Ona kimse uğramaz ve de onunla kimseuğraşmazmış. Devletin adamları bile vergi almak için herkesi tek tek yoklarken, onun yurdunun önünden hızlı hızlı geçerlermiş. Çünkü cinleri varmış. Gelecekten geçmişten herşeyden onu haberdar ederlermiş. Bütün ovayı ta tepeden gören yerdeki yurdundan bütün ovada ve dağın eteğinde yaşayanları tek tek izler ve olacakları haber edermiş. Beyin yoluna çıkan kadının mavi ve yeşil karışımı gözleri, uzun siyah saçları,kuğu gibi uzun boynu varmış. Bey vurulmuş gibi ,ne diyeceğini şaşırmış,dili tutulmuş..Ya onu yanına alacak, onunla olacak ya da yolundan dönmeyip bir an önce hasta babasına gidip tekrar obaya halkının başına dönecekmiş. Babasının hastalığını düşünerek yoluna devam etmeye karar vermiş. Ancak bu güzel kadına da, beni burada bekle, yine döneceğim. O zaman seni yanıma alırım demiş ve atını sürmüş. Bey, yolda henüz ilerlemişken ve tam ormandan düzlüğe çıkılan yerden geçerken atının arkasında birini oturur bulmuş. Kraliçe cin birden atın terkisine atlamış. Amacı bu defa bey ile yakınlaşmak onun gönlüne girmekmiş. At ürkmüş, huysuzlanmış. Zınk diye durmuş. Bey durumu fark etmiş. Bu olsa olsa biraz önce önüme çıkan kadın demiş. O da ona debelleş olan, sürekli rüyalarına giren ve onu kandıran cinin ta kendisi. Destur ve besmele çekerek birden kırbaçla kadını belinden sıkıca kavrayıp sonra dabeline bağlamış ve yoluna böylece devam etmiş.Yöre beyi sahile geldiğinde babasını yatar halde bulmuş. Babası konuşuyor ama hareket edemiyormuş. Oğlum, birden kesildim ve yatağa düştüm. Elim, kolum ve ayaklarım tutmadı. Bildiğimiz bütün otları kaynatıp denedik. Ne yaptıysak olmadı. Karşıdan Merigisten Doktor Firenos beyi de almaya gittiler. Merigistan hemen karşıdaki yakın adalarda kurulu çok eski bir yer imiş. Onlar ticarette çok ileri gitmişler. Çok ünlü doktorları ve gemicileri varmış. Dünyanın pek çok yeri ile denizaşırı ticaret yapıyorlarmış. Akdenizden geçen bütün yük gemileri mutlaka bu adalara uğrarlar ve erzaklarını bu adalardan alırlarmış. Yöre beyinin obası da bu yüzden Merigise yakın olan koylara yazlık kurarlar burada yaptıkları iskelelerden yükleme yaparlarmış. Adalara ve Mısıra gemilerle zahire, hayvan, kereste, harnup, bal ve yöre kilimlerini satarlar buralardan kahve, kalay, dikiş makinesi, makas, kumaş, çeyiz malzemeleri getirirlermiş. Firenos bey Akdenizin bütün adalarının ve bütün yörelerin en ünlü doktoru imiş. Kendisine Rodostan, Kıbrıstan hastalar gelirmiş. Firenos bey de gelmiş Yöre beyinin babasının hastalığına bir şey diyememiş. Beye yapacak bir şey yok felç olmuş ilaç da yok. Tütün çiğnesin.Ayağa kalkması ancak bir mucize ile olur demiş ve tekrar Merigistana dönmüş. Yöre beyinin babası Beye, ben yatağa mahkum oldum belki bir daha kalkamayacağım. Artık sen git durma,halkının yanına dön. Onları beysiz bırakma demiş.Yöre beyi hareketsiz bir halde babasını dinlemiş. Bir taraftan aklından sakın bu da bu cinin marifeti olmasın gibi düşünceler geçiyormuş. Sonra birden yanında sıkıca tuttuğu cini babasına göstererek işte baba bize debelleş olan cin, onu yakaladım. Bana hemen bir kazan getirin cini ona kilitleyelim, burada sana emanet edeyim. Sakın bir kez olsun dışarıya bırakmayın demiş. İnanışa göre destur çekilip besmele ile yakalanan ve hemen bir kazana kilitlenen ve kırk gün hiç aralıksız kazanda kilitli tutulan cinler kendiliğinden kaybolup giderlermiş. Yörenin en eski ve en büyük kazanını getirmişler. Cini kazana koymuşlar ve ağzını sıkıca kapatıp büyük bir kilitle kilitlemişler. Bey kazanı babasının olduğu bölüme bırakarak babasının adamlarını kazana da babama da dikkat edin sakın bir kez olsun onu dışarı bırakmayın diye sıkıca tembihlemiş ve tekrar obasını bıraktığı yere dönmüş. Cinin üç beş gün hiç sesi çıkmamış. Bu arada beyin babasının şiddetli ağrıları başlamış ve bir sabah kazandan gelen ağlama sızlama sesleriyle uyanmış. Kazandaki cin hem ağlıyor hem yalvarıyormuş. Ali Veli sal beni,Ali Veli sal beni. Beyin babası bunları duymazlıktan geldiyse de ağlamalar sızlamalar gün geçtikçe giderek artmış. Ancak ihtiyar bey oğluna verdiği söze istinaden bir kez olsun kazanın kapağını açmamış. Böylece günler geçmiş. Beybabanın yattıkça ağrıları da artıyor ve artık dayanılmaz hale geliyormuş. Bir gün cin beybaba bırak beni gideyim, ağrılarını keseyim,bırak beni gideyim, ağrılarını keseyim diyerek yalvarmasını devam ettirince ihtiyar bey buna kulak kabartmış. Sonunda dayanamayıp, cine seni bırakırsam ağrılarım gerçekten dinecek mi? deyivermiş. Cin eğer beni bırakırsan bütün ağrıların diner, seni ayağa kaldırırım demiş.İhtiyar bey de nihayet peki seni bırakayım ancak şartlarım var demiş. Buna göre ihtiyar beycini bırakacak, cin de hiç kimsenin göremeyeceği kadar uzaklarda yaşamına devam edecekmiş. Cin bunu kabul etmiş. En uzaklara, en yükseklere gidecek hiç kimseyle birlikte olmayacak ve oğluna da kendisine de debelleş olmayacakmış. Kazanın kapağının açılmasıyla beraber kraliçe cin kazandan ve çadırdan uçarak uzaklaşmış gitmiş. Bey iyileşmiş. Cin kaybolmuş. Cin torosların üstünden Akdağın doruklarına kadar uçmuş.Tepelerin arasında büyük kar mağaralarının yanında kayalara asılı gibi duran Yeşilgöle kadar gelmiş. Burası bütün her yerden en uzakta olan yermiş. En yakın yer aşağıda kızıltaş yurdu orada da sadece Oduncu Cemil, yaşarmış. Cin beyden intikam almak için yöreyi susuz bırakmaya karar vermiş. Yöredeki bütün su kaynaklarını doruğa doğru çekip yeşil gölün altına akıtarak bütün suları yeşil gölün altına kilitlemiş. Cin bu kazan şeklindeki yeşil gölde yaşamaya başlamış. Göl zamanla cinin gözlerinin rengini almış, hem yeşil hem mavi olmuş. Cin hep kar mağaralarından taşan suları göle, gölden taşan suları mağaraların diplerinden denizlere akıtmış ve başka hiçbir yere su vermemiş. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş. Bütün yörede ve adalarda kuraklık başlamış. Yöre halkı ne yaptıysa olmamış. Su aramaları, yağmur duaları hiç biri çare olmamış. Dağların altından gürül gürül su sesleri geliyor ama bir türlü yerin üstüne çıkmıyormuş. Su, yeşil gölün altında birikmiş. Aylar, yıllar geçmiş. Beyin yetişmekte olan Şah adında bir oğlu varmış. Şah, büyük amcasının yanında büyümüş, dışarılarda eğitim görmüş savaşlar bitince yöresine ticarete dönmüş. Yöreden keçi, kuyun, inek, buğday ve gübre topluyor, bunları gemilere yükleyerek adalara satıyorlarmış. Susuzluk herkesi etkilemiş. Bütün ovalar kurumuş. Hayvanlar kırılmış. Adalarda yaşayan insanlar içmeye bile su bulamaz olmuşlar. Şah, yöresini kuraklıktan kurtarabilmek için sürekli suyu düşünmeye ve suyu aramaya başlamış. Her gün rüyasında yeşil gölü görüyor, yeşil gölün altındaki su beyin oğluna gözüküyormuş. Annesine ve arkadaşlarına su yeşil gölün altında diyerek bir gün yeşil göle gideceğini söylüyormuş. Herkes buna karşı çıkıyor ve onu bu tutkusundan caydırmaya çalışıyormuş. Çünkü o güne kadar yeşil göle gidip de dönen hiç olmamış. Yeşil göl çok uzaklarda ve çok yükseklerde olduğundan gidenler kayboluyor , bir taraftan da yeşil göl çok güzel olduğundan oraya kadar gidip onu görenler dayanamayıp göle girince göl onları derinliğine çekip yutuyormuş. Yani yeşil göle kadar giden hiç kimse geri dönmemiş. Annesi her gün ağlayıp yalvarmış. Oğlum gitme, göldeki kadın seni de kandırır, seni de götürür. Yöredeki kadınlar arsında ise yeşil gölde güzel bir kadının yaşadığı, giden gençleri hep onun götürdüğü inancı varmış. Böylelikle yeşil gölün esrarı halk arasında dilden dile dolaşır olmuş. Bu nedenle de hiç kimse Yeşil Göle gitmez ve yöre halkı özellikle gençleri göle göndermezmiş. Bütün bunları kim dinler? Yöre beyinin oğlunda yeşil göl bir tutku haline gelmiş. Hiç kimseye söylemeden bir gün sabah erkenden kalkarak yeşil gölün yolunu tutmuş. Saatlerce gitmiş, iki dağındoruğunun kesiştiği kısığa kadar gelmiş. Bundan sonraki kayalar dik ve sarp olduğundan artık yürüyerek ve dağa tırmanarak gitmesi gerekiyormuş. Atını hemen burada dağın eteğinde oturan oduncu Cemilin evine bırakmaya karar vermiş ve oduncu Cemilin yurduna doğru yönelmiş. Burası tam yamaçta servi ve ardıç ağaçlarının ve su kaynaklarının arasında bir yermiş. Kuraklıktan sonra buradaki su kaynakları da çekilmiş ve ağaçlar iyice cılızlaşmış. Aşağıda uzun bir vadi, büyük bir ova ve bütün sıra dağlar göz alabildiğince uzanıyormuş. Beyin oğlu oduncu Cemile seslenmiş. Kapıya Oduncunun kızı Yeşil çıkmış. İnce, uzun boyu, siyah uzun saçları, bembeyaz elleri ve yeşil ve mavi karışımı gözleri ile kız o kadar güzelmiş ki beyin oğlunun dili tutulmuş. Hiçbir şey söyleyemeden öylece kalakalmış. Yeşil onu içeriye davet etmiş, önüne sofra koymuş. Oduncu Cemil, beyin oğlu ve Yeşil kızı hep beraber sofraya oturmuşlar. Beyin oğlunun neden orada olduğunu anlamaya çalışmışlar. Beyin oğlu, kınalı keklik avına geldiğini, atının birkaç gün onlarda kalmasını isteğini söylemiş. Kınalı keklik, kartallar gibi çok yükseklerde ve sarp kayalıklarda yaşarmış. Çok az ve avlanması çok zormuş. Uçar gibi yürür nerede konduğu kalktığı ve nerede uçtuğu belli olmazmış. Yemekten sonra beyin oğlu tekrar yola koyulmuş. Yeşil onu uğurlamış. OduncuCemil, beyin oğluna inanmamış. Beyin oğlunun hiç keklik avına gittiğini duymamış. Bey oğluna seslenmiş. Kekliğin yok. Yanında keklik taşımadan keklik avlayamazsın. Sen keklik avlayamazsın Amacın başka. Dur gitme. Gideceksen de dur bekle sana biremanetim var demiş. Ve kendi oduncu bıçağını şaha hediye etmiş. Bunu al. Yanından ayırma.Bu bıçağı dağdaki bütün hayvanlar bilir sana yaklaşamazlar demiş. Beyin oğlu gittikten sonra oduncu Cemil meşhur aynasına bakmış. Aynada dağların sarsıldığını, yerden suların fışkırdığını ve nehirlerin aktığını görmüş ve birden su geliyor, su geliyor diye bağırmaya başlamış. Sesi bütün yörede yankılanmış. Oduncu Cemil hem bağırıyor, hem de aşağıya vadiye doğru uçar gibi koşuyormuş. Babasını bu halde gören Yeşilin aklına da birden beyin oğlunun su için Yeşil Göle gidebileceği gelmiş ve hızla arkasından ona yetişmek ve onu durdurmak için koşmuş. Beyin oğlu da bu arada yukarıda, dağın eteğindeki son ağaç olan tek ardıca kadar gelmiş. Yaşlı ardıcın hemen arkasında yükselen sarp tepeleri aşarak iki dağın arasında, dar ve yüksek bir düzlüğe ulaşmış. Burada çakıl taşları gibi beyaz ve yuvarlak büyük kayalar varmış. Burası kartalların ve kınalı kekliklerin yuva yaptığı yermiş. Şah, Yeşil Göle keklikleri takip ederek gidebileceğini düşünmüş. Keklikleri gag guvak gag guvak guvak guvak diye keklik gibi öterek yanına çağırmış. Göle ulaşmak için onları takip etmeyi düşünmüş. Ama hiç bir keklik gelmemiş. Yeşil Göl tam karşıda Akdağın doruğunda sert kayaların üzerinde bir elin avucunun içindeymiş gibi duruyormuş. Göl, zirvedeki kar kütlelerinin arsında güneşin hemen altında parlıyor ve sürekli mavi ve yeşil renkli ışıklar yansıtıyormuş. Beyin oğlu göle doğru yürümüş, kayalara tırmanmaya başlamış ve o anda gölde bütün güzelliği ile bir kadın gözükmüş. Şah ne yapacağını bilemeden öylece durmuş kalmış. İlerideki kayalıkların arasından dev bir kartal uçmuş gelmiş. Beyin oğlunun niyegeldiğini bilen cin, kartalı Şaha saldırtmış. Kartal, Şahı iyice süzmüş ve birdenbire ve hızla ona doğru uçmaya başlamış. O ürkmüş. Kartal ona iyice yaklaşmış. Kanatları ile başına ağır bir darbe vurmuş ve şahı kayalıklardan yere düşürmüş. İşte tam o sırada bir keklik sesi bütün kısıkta ve kayalıklarda yankılanmış. Bu ses kekliklerin en büyüğünden ve en güzeli olan kınalı keklikten geliyormuş. Kınalı keklik kartalı yanına çağırmış. Cin ne yapacağını şaşırmış. Cinler kınalı keklikten çekinir ve uzak dururlarmış. Çünkü kınalı keklik dağın bütün kuşlarını sesiyle etkileyebilir onları çağırıp istedikleri yöne uçurabilirlermiş. Kartal yavaşlayıp sesin geldiği yere dönmüş ve kınalı kekliğe doğru uçmaya başlamış. Kınalı kekliğin peşinden Yeşil koşarak Şahın yanına gelmiş. Başından yaralanan Şah yerde yatıyormuş. Cin, suları onların üzerine akıtıp onları boğmaya hazırlanırken gölde toplanan kınalı kekliklerin ve kartlalların çığlıkları bütün dağda yankılanmış kar kütlesinden kopan bir çığ yeşil gölün üzerine yuvarlanarak gölün kayalıklarını yerinden oynatmış. ve kayalardan patlayan su cini gökyüzüne fırlatmış. Cin kendi hapsettiği sularda boğulmuş. Büyü bozulmuş Yeşil gölün altındaki su patlamış, önce gökyüzüne, sonra da hızla ovaya doğru fışkırmaya başlamış. Cinin çığlıkları su seslerine karışmış büyük bir şelale gürültüsü bütün ovayı ve akdağları kaplamış. Derelerde gürül gürül suların aktığını gören yöre halkı sevinç çığlıkları ile yaşasın, yaşasın, yeşil göl patladı, akdağdan su fışkırıyor, su uçuyor, yaşasın, yaşasın su geldi diye bağırarak sağa sola koşuşturmaya başlamışlar. Sonra oba beyinin yurdunun önünde toplanmışlar Oba beyi Akdağlara dönerek bir süre uçan suyu seyretmiş ve gözleri arkadaşlarının arasında oğlunu aramış. Sonra yöre halkını selamlamış ve atına atlayıp hızla yeşil gölün yolunu tutmuş. Yöre halkı beylerini yalnız bırakmamış. Onu takip etmişler. Beyin oğlunun kartalla mücadele ettiği yere kadar gelmişler. Fışkıran su tam burada toprağadökülüp bir şelale oluşturuyormuş. Şelalelin etrafını büyük çakıl taşları ile çevirmişler ve ateş yakıp dua etmişler. Beyin oğlunu bir daha gören olmamış. Yeşili de görmemişler. Akdağın başında bir keklik ve bir kartal uçmuş durmuş. Akdağdan fışkıran suya Uçarsu demişler. Uçarsuyun suyu hiç kesilmemiş.Timur, bahçeye indi. Kınalı keklik artık uçuyordu. Onu kafesinden çıkardı okşadı sevdi ve Akdağa doğru bırakıverdi.