bildirgec.org

Bardağın dolu tarafı

| 01 October 2003 11:46

Türkiye’nin en çok yolunu tıkayanlar, yine ülkemizdeki aydın geçinen sınıftır diye düşünüyorum. Tamam çok parlak bir halimiz yok, ama herşeyi herkezi eleştirerekde sadece moral bozukluğu yaratıyorlar. Aslında bunların kendi aşağılık duygularını millete kondurmaya çalıştıkları belli. O yüzden her konuda atıp tutarlar, örmeğin voleybolda Avrupa ikincisi olmamızı bile küçümsüyorlar.
Bende şahsen çok iyimser değilim ülkenin geleceği konusunda. Ama hem bir birey olarak hem yakın çevremde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Belki safça gelebilir, ama herkezin ya da çoğunlığın böyle davranması, bazı şeyleri değiştirebilir. Şimdiki genç nesil hep kötüleniyor burada. Ama şurası gerçekki öncekilerden çok daha ne yaptığını bilen, ayakları yere basan ve kültürlü insanlar geliyor. Ben şahsen hiçte umutsuz değilim ve ülkemizin yavaşta olsa Avrupa’yla bütünleşmesini başaracak diyorum. Ekonomide iyiye gitme işaretleri veriyor, piyasalara yeniden bir güven geliyor. Olaylara biraz da iyi tarafından bakmalı, bardağın dolu tarafını da öne çıkartmalıyız. Bu ülke kolay kurulmadı unutmayalım. Öyle birkaç zibidinin atıp tutmasıyla da yıkılmaz merak etmeyin.
Sabah sabah moral bozanlara kızıpta yazdım, kusura bakmayın.

soru(n)

chemical Lovers | 01 October 2003 11:12

“O ozel kisiyle karsilastigin ilk anda, onun bir gün olüp topragin altina gireceginden emin olabilirsin.”

dear penelope; i can’t feel my hand any more…

Zerrelerin denizlerden ve denizlerin zerrelerden hasil oldugunun bilindigi bir dis dunyada mucizelerin gerceklik boyutu tartismali olsa gerek..Dijital ekranlara yansiyan tasavvufi zerzenislerin siperpunk sekillenmesi ne boyuttadir..

dear penelope; i’m cold. time is waiting for me…

Hersey tersine gidiyor.kitaplar hocasiz ve hocalar kitapsiz..gencler halsizlesiyor ve yaslilar genclesiyor.yaratiklar insani oynuyor ve insanlar da yaratigi..

Evet, tehdit

| 01 October 2003 02:17

Ve sonra bir nisan günü, trenle sirkeci garına girdiğimizde halk bizi omuzlara almaya çalışacak ama biz yere yapışarak, kollarımızı ve bacaklarımızı açarak buna müsaade etmiycez departmanından

İyiye giden, umut yaratan, konfor yükseltici, keyif verici herhangi bir partikül göremiyorum. Hatırladığım son heyecan verici ve şaşırtıcı hadise, bundan 4 sene önce bozcaada pazarında sebze almak istediğim bi satıcının ‘ya onu şu ilerdeki arkadaştan al, bendekiler iyi diil’ demesiydi. Artık normal davranan, kendi halinde olan, fazladan bi hareket yapmayan, sakin insanlar bile çok nadir görülüyor. Kendi yenileşmesini, kendi modernleşmesini, kısaca kendinceleşmesini başaramayan bi milletiz. Bu durumda insan teklerinde bi kalite yükselişi, donanım artışı beklemek abes olur. Türkiye uluslararası konjonktür denilen çeşitli vadeli hesaplar piyasasında dalgalanan bi ülkedir. Bizim ülkemizdeki iç dinamikler, iç hesaplaşmalar, siyasi iradeler ve sosyal zımbırtıların hiçbiri, hiçbir şekilde dünyayı etkileme şansına sahip diildir. Yapılan gülünç rakamlardaki yatırımlar da, esas olarak milletin elindeki üç-beş kuruş parasını almak ve iç borç bataklığını sulamak içindir. Bu ülke, bu şekilde ve giderek berbatlaşarak, uzun süre daha varoluşunu sürdürebilir. Veya süreç belirleyiciler tarafından veri bir anda ve kısa zamanda sona erdirilebilir veya parçalanabilir (Bu gidişatın yönü için türkiye’deki herhangi bir yazılı veya görüntülü mecrayı izlemeye, herhangi bir tartışma veya sosyal bi hadiseye önem vermeye ihtiyaç yoktur. Günlük olarak yabancı basını izlemek yeterlidir). Sadede geliyorum: İçinde bulunulan durumun nedenleri, bu durumu iyileştirme yöntemleri, inançlar, ideolojiler, siyasi bakış ve duruş farklılıkları, ayrı gelecek beklentileri ve bütün kişisel vaziyetlerin ötesinde, gayet genel bi statement yapmak mümkün: Ülkenin pozisyonu çökmek üzeredir. Defansımız dağılmıştır ve herhangi bir strateji geliştirme şansımız bulunmamaktadır. Tek şansımız oyunu döndürebilecek bir karşı tehdit yaratmaktadır. Bir son an hamlesine, taktik bir kontur yaratmaya mecburuz. Nedir, bilmiyorum. Ama ancak ciddi bir bir tehdidimiz olursa üzerimizdeki baskı hafifleyebilir. Ve biz de kazanılan bu süre içinde bir ülke içi restorasyon dönemi başlatarak, tehdidimiz kalktığında aynı keriz (vulnerable) durumda kalmamış ve yeni tehditler geliştirebilecek konumda olabiliriz. Burada tehdit derken tabii ki içi boş efelenmelerden, aba altından sopa göstermelerden bahsetmiyorum. Ama illa kuzey kore örneğindeki gibi gayet baba bi vaziyet olmalı diye de bişiy yok. Karşı taraf ‘ulan bunlar da amma sallıyo; ama gayet pis bi milllettir sağı solu belli olmaz bunların; biz batılı beynimizle gereken önlemleri alalım da, ne olur ne olmaz’ demeli. Yaratıcı önerilerinizi bekliyorum.