EVLER ve ÖDEVLEREvler yaşamımızda büyük bir yer kaplar. Sevdiğimiz, dinlendiğimiz, rahat ettiğimiz bir yerdir orası. Başkasının evi ne kadar güzel olsa da kendi evimiz gibi yoktur. Evde genellikle ev halkı bulunur, bu kimi zaman iki, kimi zaman üç, dört kişi olabilir. Klasik bir ev anne baba ve çocuklardan meydana gelir. Bunlara kaynana, amca, ayı gibi yakın akrabalar da eklenebilir. Ev çeşit çeşittir. Cezaevi, aşevi, baba evi, koca evi…Evin eski adı hanedir. Haneli yerlerimiz de çoktur: Eczane, hastane, pastane gibi yerlerde aslında hane sözcüğü de vardır ama sonradan düşmüş, sözgelişi ecza-hane eczane olarak söylenmiştir.Erkekle kadın ya da kız resmen birlikteliğe adım atarlarsa evlenmiş olur. İkisi de bekarlıktan evliliğe terfi etmişler, bekarlık sultanlığından evlilik memurluğuna atanmışlardır! Bu memuriyette emeklilik yoktur. Ancak boşanmayla istifa edebilirler. Erkekler kadınları, kızları yeşil panjurlu bir evimiz olacak diye kandırırlar ama evlenince panjura falan boş verirler. Zaten önemli olan evin şöyle ya da böyle olması değil, evliliğin mutlu geçmesidir. Bir işte çalışmayan, evde ev işi yapan kadınlara ev kadını derler. Kimi kızlar bir türlü evlenemezler, böylelerine evde kalmış gözüyle bakılır. Bir de artist olmak için evden kaçan kızlar vardır ki, çoğunun sonu hayat kadını, sokak kadını olmaktır.Evli şarkılarımız, türkülerimiz vardır. Birinde, “Evlerinin önü zeytin, mevlâm seni bana versin” deniliyor, diğerinde de bir öğüt göze çarpıyor: “Bugün ayın onudur/ Yüküm buğday unudur/ Evliye gönül verme/ Eve gider unutur.” Bir asker türküsü şöyle: “Asker oldum piyade/ Bugün aşkım ziyade/ Evlilerin sevdası/ Bekârlardan ziyade!”Yatılı okullarda hafta sonunda evci çıkılır. Evine düşkün kişilere evcimek denir. Kedi, köpek gibi hayvanlar evcil hayvanlardır. Herkes kendi evinin önünü süpürse her taraf tertemiz olur. Herkesin kendi yerine, bölgesine gitmesini isteyenler, “Evli evine, köylü köyüne!” derler. Evden kaçanlara, “Evine dön” diye çağırıda bulunulur. Amerika hep yabancı yerlere zorla konuk olmaya meraklı, bir türlü evine dönmek istemiyor!Behçet Necatigil evlerin şairidir, genellikle ev şiirleri yazar. “dışarıda” adlı şiirinde, “Yandı sokak lambaları mum alevi pervane/ şeytanca sırıtır fosforlu camlar/ Gördüm zifir sarısını dükkan vitrinlerinde/ Belliydi biliyordu bezgindi/ evimize gidelim/ Alay eder küçümser eziliriz girsek/ Hep paraya saygı camlar/ Camların ardı sırnaşık kirli/ Yapışkan çarpar/ Evimize gidelim/ Bir yanı var ömrümüzün kırık/ Farlar büyültür gecede/ Garipsi türkülere üzgün/ Başlamadan yollar/ Evimize gidelim” der. “Evlerle Savaş” şiirinde ise, “Körükler cılız olmak/ Evlerin hiddetini/ Evlerle savaşımız/ Savaşların çetini./ Evler her gün yollar bizi dışarı:/-Git, getir!/ Emredilen ekmeği akşamları/ Alın terlerimiz getirecektir./ Evler ezer insanları dağ gibi,/ Dışardan küçücük!/ Evler çeker boynumuzdaki ipi, /Taşı develerce yük./ Nedir anlamıyorum/ Evlerdeki hırsı/ Cansızlarla birlik/ Canlılara karşı/ Tencerenin azgınlığı başta,/ Sofralarla beraber:-Getir!/ Dünya durdukça/ Tencere pişirecek, sofra eritecektir./ Eşyaların azgınlığı, tamam!/ Hepsi evlerden taraf./ Kopar musluk, kırılır cam;/ Hiç yokken bir masraf./ Geri mi kalır kumaş, deri/ Onlar da zalim, kalleş!/ Alalı kaç gün oldu,/ Eskir üst baş./ Erzaklar halimizden anlasa ya,/ Anlamaz!/ Biter sabun, biter şeker, biter yağ,/ Biter gaz./ Bir yılan güneşlerde uyanmış: / Ateş yak, der oda./ dışarıda kara kış,/ İstersen yakma!/ Körükler cılız olmak/ Evlerin hiddetini,/ Evlerle savaşımız/ Savaşların çetini” yazar.Bir müezzin aşık olduğu kıza minareden ezan okurmuş gibi yaparak, “Akşama geleceğim, annen evde mi?” diye sorarmış. Bunun türküsünü yapmışlar, dinledim. Şimdiki müezzinler minareye çıkmadan, aşağıdan hoparlörle ezan okudukları için bu tür şeyler olmuyor artık…Bir şiirimde sevmeyi evden yararlanarak, “sevmek gül dikmektir /Ve oturmaktır sevdiğinin adresinde/ Kendi evinde oturur gibi” diyerek dile getirmiştim.Erkek eve gelince karısının dolapta birini sakladığını fark etmiş. Kapağı açınca karısının iş arkadaşıyla karşılaşmış ona burada ne aradığını sormuş. Adam,”Dairedeki işimiz bitmemişti de burada tamamlıyorduk. Siz gelince yanlış anlamayın diye buraya girdim” demiş. Koca öfkeyle karısına, “Sana eve iş getirme dememiş miydim ben?” diye bağırmış.İki arkadaş koşar adımlarla evlerine doğru gidiyorlarmış. Biri diğerine, “Hayrola nereye gidiyorsun böyle?” diye sormuş. “Eve gidiyorum, demiş arkadaşı. Hizmetçi annesinin evine gitti. Karım evde yalnız. Ya sen nereye böyle?”“Ben de eve gidiyorum, demiş öteki. Karım annesinin evine gitti. Hizmetçi evde yalnız.” Ne hayırsever insanlar var değil mi? Hizmetçi yalnızlıktan sıkılmasın diye eve koşuyor. Bir şarkıda cilveli bir bayan kasaba şöyle sesleniyor:“Aman kasap canım kasapGel bizim eve, görelim hesap!”Bir türküde de evi yapan ustaya ileniliyor. Niye mi? İşte şunun için:“Bu evi yapan ustaİnşallah olur hastaPencere bırakmamışNerden bakayım dosta?”Nasıl, ilenmekte haklı değil mi?Pencere denince aklıma geldi. Pencere evin gözüdür. Bir evde kaynıyorsa tencere, günlük güneşlik olur pencere. Yoksa ev değil, olur bir cendere. Ama o evde varsa kanı kaynayan biri erkek, biri dişi iki kişi, seviyorlarsa birbirlerini, orası saray olur, mutluluk bayrağı çekilir göndere.Sev, olsun benliğin dev, saraya dönsün oturduğun ev.Dediğim dedik, çaldığım düdük diyorsa evdeki iki hödük, evlilik olur güdük.Ne kadar küçük ve kullanışsız olsa da, evini sev, süsle, duvarlara tablo as, baktıkça gözün gönlün açılsın. Dışarıdaki gürültüden, hava kirliliğinden kurtulduğun, ayaklarını uzatarak rahatça oturduğun, yatıp kalktığın evin değerini bil, temiz tut, sil, süpür bütün odalarını, salonu, mutfağını, evine saygı göstermeyenlerin, kirletenlerin karşısına dikil. Orası senin yuvandır, otel değil. Aslan ininden, insan da oturduğu yerden belli olur. Çiçek dik saksılara, taze çiçekler koy vazolarına, güzelleştirmeye çalış her yerini. Ödevin, görevin budur. Ev nasılsa sahibi de odur. Yaşamının büyük bir kısmının geçtiği bu yeri ebemkuşağının renkleriyle doldur.
Erhan Tığlı
[email protected]
erhantigli.sitemynet.com/erhantigli
.