bildirgec.org

Neo-hafif

11 yıl önce üye olmuş, 2 yazı yazmış. 1 yorum yazmış.

Eskisi Gibi Olmayacak!

Neo-hafif | 06 March 2002 10:19

Sabah gözlerimi açtığımda ilk gökyüzünün gri rengi gözüme çarpmıştı ve nedense bu kasvetli günün kötü bir gün olacağı hissine kapılmıştım. Saate baktım “08.20”yi gösteriyordu Geç kalmıştım her zamanki gibi

Sabah gözlerimi açtığımda ilk gökyüzünün gri rengi gözüme çarpmıştı ve nedense bu kasvetli günün kötü bir gün olacağı hissine kapılmıştım. Saate baktım “08.20”yi gösteriyordu Geç kalmıştım her zamanki gibi … Hemen çantamı alıp, atıverdim kendimi dışarı… Merdivenlerden hızlı hızlı iniyordum ve bir anda gözüm faturalardan başka bir şey gelmeyen posta kutusuna takıldı

Aman tanrım ilk defa mektuba benzer bişey mi gelmişti acaba? Çokta geç kalmıştım hemen çantamdan anahtarı çıkarıp posta kutusunu açtım, mektubu çantama attım ve otobüs durağına hızlı adımlarla yürümeye başladım. Şansa bakın ki bir tane otobüs geliyordu hemen atladım. Otobüste oturacak yer yoktu ve bende arka tarafta bir yerde beklemeye başladım. Kendi kendime “Yine geç kaldım kahretsin” dedim bügünde çok önemli bir sınavım vardı acaba zamanında orda olabilecek miydim? derin bir offf çektikten sonra sabah aldığım mektup aklıma geldi. Acaba kim yazmıştı? neden yazmıştı? Alışkın değildim ilk defa mektup geliyordu onun heyecanıyla hemen çantama sarıldım ve mektubu çıkardım. Ön yüzüne baktım hiç bir şey yazmıyordu hemen arkasına baktım allah allah ordada bi şey yazmıyordu… Hemen açı verdim zarfı 2 sayfalık güzel bir el yazısıyla yazılmış bir mektup çıktı karşıma, bu yazıyı tanıyordum!!! Tam okumaya başlıcaktım ki okuluma geldiğimi farkettim. Saat “09.00”du otobüste çektiğim offf bir anda “ohh” a dönüştü, sınava yetişebilmiştim. Kendi bölümümün yollunu tuttum ve sınavı olacağımız yere gittim. Herkes kolçaklı sıralara oturmuş hocanın talimatlarını dinliyordu bende özür dileyip içeri girdim ve pencere kenarındakı üstü karalanmış daha doğrusu kazınmış ve tek kalmış sıraya oturdum . Ön taraftan kağıtlar gelmeye başladı ve tam 9.10’da sınav başladı sabaha kadar çalıştığım bu dersten kalırsam, yaz tatili planlarım suya düşecekti kesin iyi bir not almalıydım…

Soruları şöyle bir gözden geçirdim. soruların çoğu çalıştığım konudandı. Sınavın bitmesine on dakika kala sınavı bitirdim ve sınavda bile aklıma gelen şu esrarengiz(!) mektubu okumak için kantinin yolunu tuttum. Kantin nedense bügün en kalabalık günlerinden birini yaşıyordu. Yer bulamadım ve daha sessiz sakin olan kütüphaneye gittim kütüphanede tersine bomboştu okuma odalarından birine girdim çantamdan walkmanimi ve sabahki mektubu çıkardım. Play tuşuna bastım Aha – Summer Moved On çalıyordu hayatımın bir bölümüne damgasını vuran parçaydı… Eski anılar depreşmişti kütüphanenin o soğuk kasvetli odasında. Mektubu çıkardım zarftan, ve müzik eşliğinde okumaya başladım…

Mektupta herşey için çok özür dilediğini kendisine bir şans daha vermemi ve herseyin eskisi gibi olmasını istiyordu herşey bu kadar basit miydi acaba? Özürün herşeyi değiştireceğini zannediyordu… “Bu sefer yanılıyorsun be güzelim! Yaptıklarını ne çabuk unutuyorsun iki buçuk ay geçen o bunalım günlerimi hayatımdan sanki on yılı kaybetmiştim… İntiharı bile düşünmüştüm sırf senin için… O karanlık soğuk günlerde bir ruh gibi ortalıklarda dolaşmamda suçlu sensin” Geride bırakmıştım geçmişi artık hiçbir şey düşünmek istemiyordum geçmişim hakkında. O bunalım iki buçuk ay aklıma geldikçe mideme ağrılar giriyor çok kötü oluyordum. Altı aydır tuttuğum kin sonunda meyvelerini veriyordu bu dakikalarda… Birinci sayfanın yarısını bile bitirmeden mektubu buruşturup çöpe attım ve evime gitmek üzere yola çıktım. Otobüse bindiğimde hala onu düşünüyordum. Kendi kendime “aptalsın sen,aptal” dedim. Bu kadar acı çektirmiş bir insanı hala nasıl düşünebiliyordum? Offff offfff… Tanıştığımız o Perşembe günü geldi aklıma,sonra geçirdiğimiz günler… Her hali çekmişti beni. Duruşunu, uyumasını, gülmesinı, kızmasını, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu sevmiştim. Sesini de sevdim suskunluğunu da. Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Herşeyini sevmiştim. Unutamam sahilde birbirimize söylediğimiz o aşk namelerini, el ele dolaştığımız bahar mevsimini… Ama artık bitmişti beraber olduğumuz her anı dopdolu geçen yedi ay, iki buçuk ayda hiç olmuştu, kocaman bir hiç… Ama hala onu düşünüyorum kahretsin! Kendime söz geçiremiyordum yaptıklarını rağmen onu çok özlemiştim, hemde çok… Hemen ilk durakta indim ve tekrardan otobüse bindim hedef kütüphaneydi…

İner inmez kütüphaneye koştum. Sabahın aksine şimdi dopdoluydu kütüphane. Mektubu okuduğum yere gittim, ama içerde biri vardı. Kapıyı tıklattım özür diledim ve çöpten mektubu alıralmaz firladım çıktım dışarı… Çime, ağaç gölgesi olan bir yere oturdum ve mektubu defalarca okudum okudum okudum… Ne güzel şeyler yazmıştı öyle… Yüz yüze görüşme cesareti olmadığından bu mektubu yazdığını söylüyordu ve yarın saat 13.00’de her zaman buluştuğumuz yerde olacağını söylüyordu. Acaba naapcaktım??? Offfff ki ne offfffffff. Kafayı sıyırma noktasına gelmiştim çektirdiği o günler ile geçirdimiz günler resmen dövüşüyordu beynimde ve çektirdiği günler nakavt olmuştu. Onunla buluşmaya gidecektim zor bir karar oldu bu benim için….

Her zaman ki gibi erken giden ben oldum. Beş dakika ömrümün en uzun beş dakikasıydı. Uzun zaman sonra onu görecektim. Ve işte beklenen an gelmişti biraz zayıflamış gözüktü gözüme. Sıkı sıkı sarıldım, hiç bırakmamacasına… Yaklasık yirmi saniye öle kaldık ve ben bu yirmi saniyede bin bir düşünceye dalmıştım. Artık o kadar güzel gelmiyordu duruşu , gülümsemesi… Ne olmuştu bu yirmi saniyede anlayamadım.Kafam allak bullak olmuştu. Herhalde kötü günler bir anda ayağa kalkmıştı. Şimdi show sırası ondaydı birden sarılmayı bıraktım ve anlatmaya başladım geçirdiğim o bunalım günleri bana verdiği iyileşmez acıyı… Sürekli ben konuşuyordum yüz ifadesi bir anda değişmişti ve gözlerinin dolduğunu farkettim. Ama durmak yoktu bana yapmayacaktı… Yaklasık beş dakikadır hiç aralıksız konuştum. Donup kalmıştı bir heykel gibi… Sözlerim bitti ve ardından uzun bir sessizlik yaşandı. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama o ağır sözler aldından bir türlü kalkamadı. Gözlerinin içine son bir defa baktım yanağına küçük bir öpücük kondurdum ve arkama bakmadan oradan uzaklaştım.İçim acaip derecede huzurluydu sonunda rahatlamıştım. O artık sadece küçük bir anıydı beynimde…………

Manzara

Neo-hafif | 06 March 2002 10:19

Bir hastane odası. İki yatak ve hayatla ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası. Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde… Pencere kenarındaki sabahtan akşama, pencereden dışarı bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeyen, aynı kaderi paylaşan hasta arkadaşına anlatıyor: “Bugün deniz, dünden daha durgun. Rüzgar hafif esiyor olmalı. Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar. Park mı? Ha, park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu, ikisi boş. Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep eleleler. Bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar. Erkek bilgiç tavırla bir şeyler anlatıyor. Şimdi erkek, kızın saçlarını okşuyor. Ne kadar da birbirlerine yakışıyorlar. Ah kardeşim görmelisin. Erguvanlar bugün çıldırmış. Öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış. Erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş, gelinler gibi. İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk uçurtmalar, balonlar. Umutlarını göğe uçuruyorlar. Bugün martıların keyfine diyecek yok. Masmavi denizin üzerinde gösteri uçuşu yapıyorlar. Arada bir suya söyle bir dokunup günlük yiyeceklerini topluyorlar.” Bu böyle her gün sürüp giderken, her gördüğünü anlatıp dururken ansızın yeni bir kalp krizi geçirir pencere yanındaki. Duvar dibindeki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belki de arkadaşı kurtulabilir. Ama, ama yapamıyor işte. Şeytan karışıyor işe. Arkadaşı ölürse pencere kenarı boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne dek kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle de görecek. Ve duvar dibindeki düğmeye basmaz ve arkadaşı ölür. Ertesi günduvar dibindeki yatağından pencere kenarındaki yatağa taşırlar kendisini. Beklediği an gelmiştir artık. Yattığı yerden pencereden dışarıya bakar. Dışarıda kapkara bir duvar İşte hepsi o kadar.