Şöyle bir öykü var. Bunu ilk duyduğumda üzerinde düşündüm ancak eski bir Çin felsefesinden alınmış olan bu öykünün ne demek istediğini tam anlayamadım. Bu arada, ben ilk defa hafif’e yazı yolluyorum, heyecanlıyım 🙂 teşekkür ederim.
Yaşlı ve çirkin bir mandarin (sanırız samuray), karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için çok güzel ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş.
Sabaha karşı, yaşlı adam uykuya dalmış, bundan yararlanan genç kadın, soyguncu arkadaşlarını çağırmış. Ancak mandarin, tilki uykusundan hemen uyanmış ve var gücüyle soygunculara karşı koymaya başlamış, ancak onlar sayıca kalabalık olduklarından adamcağızı bir köşeye kıstırmışlar ve vurmaya başlamışlar. Ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf bedende yara açılmadığını, öldürücü darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. En keskin bıçak bile mandarine bir şey yapamıyormuş, böylece soyguncular korkup kaçmışlar.
Bu garip dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın bu mucizevi gücünden çok etkilenmiş ve tekrar ama bu sefer kendi arzusuyla onunla sevişmek istemiş, onu şefkat, sevgi ve hayranlıkla okşamaya başlamış. Fakat, güzel kadın her dokunduğunda mandarinin bedeninde yeni bir yara açılıyormuş. Bunlar kılıçların, bıçakların açtığı yaralarmış. Ve nihayet, yaşlı mandarin kanlar içinde kadının kucağında can vermiş.
Öykü bu kadar. Böyle bir öykünün anlatmak istediği felsefi düşünce gerçekten de varmıdır, varsa nedir, öğrenmek isterim.
Kadın adamla kendi isteğiyle seviştiğinde neden dövüşte almadığı yaralar açılıyor? Kendisine böyle bir kötülük yapan bu hırsız/fahişe ile adam neden tekrar birlikte olmak istiyor? Acaba olacakları biliyor da bu güzel kadının kollarında mı ölmek istiyor? Yoksa, bunu okuyup, sonunda hiç böyle mantıklı sorular sormayıp, yaa öykü işte mi demek lazım. Ama arkadaşlar, bunun felsefi bir yanı var(mış).