bildirgec.org

hilaydan

11 yıl önce üye olmuş, 23 yazı yazmış. 67 yorum yazmış.

Türklere Mahsus Ölümler

hilaydan | 05 March 2003 11:37

Bir kaç ay önce, hem ağlanası hem de (tövbe yarabbim) gülünesi garip ölümlerin yurdumuzda nasıl olabileceği hakkında bir yazı geldi posta kutuma, sizlerle paylaşmak istedim. Gerçi mutlaka bunları bilenleriniz de vardır ama olsun bilmeyenler bilgilenmiş olurlar.

TÜRKLERE MAHSUS ÖLÜMLER

· Bir işçinin 600 tonluk press makinesinin arasından emeklemek suretiyle geçerek ucundaki 2450 santigratlık fırında sigarasını yakmaya çalışması. (Karabük Demir Çelik Fabrikaları)

· Kurtarmaya gelen ambulansın suratınıza park etmesi (E5 otoyolu kumburgaz mevkii)

Sanal günlüğüm

hilaydan | 04 March 2003 17:30

İletişmek öyle mi? İletişmemek hakkımız da olsaydı, iyi olmaz mıydı? Peki ya iletişememek gibi bir yeteneğimiz varsa ne yapacağız? Alıntılarla devam edeceğiz… Kitle iletişim araçları, yazılı ve görsel iletişim araçları v.s. Ayrıca bir de kişisel iletişim aracımız var: beynimiz ve ağzımız. Her ne kadar birbiriyle bağlantıları arasıra kısa devre yapsa da, ileriki çağlarda ağzımızı hiç kullanmadan direkt beynimizle konuşacağımızı hayal etmek istiyorum.

İletişmemek hakkımı kullandığım zaman niye bana depresyondamısın sen diyorlar, yada çevremle iyi bir iletişim kurduğumda seni sebepsiz bir mutluluk içerisinde görüyorum diyorlar.

Mandarin

hilaydan | 03 March 2003 22:45

Şöyle bir öykü var. Bunu ilk duyduğumda üzerinde düşündüm ancak eski bir Çin felsefesinden alınmış olan bu öykünün ne demek istediğini tam anlayamadım. Bu arada, ben ilk defa hafif’e yazı yolluyorum, heyecanlıyım 🙂 teşekkür ederim.

Yaşlı ve çirkin bir mandarin (sanırız samuray), karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için çok güzel ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş.

Sabaha karşı, yaşlı adam uykuya dalmış, bundan yararlanan genç kadın, soyguncu arkadaşlarını çağırmış. Ancak mandarin, tilki uykusundan hemen uyanmış ve var gücüyle soygunculara karşı koymaya başlamış, ancak onlar sayıca kalabalık olduklarından adamcağızı bir köşeye kıstırmışlar ve vurmaya başlamışlar. Ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf bedende yara açılmadığını, öldürücü darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. En keskin bıçak bile mandarine bir şey yapamıyormuş, böylece soyguncular korkup kaçmışlar.

Bu garip dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın bu mucizevi gücünden çok etkilenmiş ve tekrar ama bu sefer kendi arzusuyla onunla sevişmek istemiş, onu şefkat, sevgi ve hayranlıkla okşamaya başlamış. Fakat, güzel kadın her dokunduğunda mandarinin bedeninde yeni bir yara açılıyormuş. Bunlar kılıçların, bıçakların açtığı yaralarmış. Ve nihayet, yaşlı mandarin kanlar içinde kadının kucağında can vermiş.

Öykü bu kadar. Böyle bir öykünün anlatmak istediği felsefi düşünce gerçekten de varmıdır, varsa nedir, öğrenmek isterim.

Kadın adamla kendi isteğiyle seviştiğinde neden dövüşte almadığı yaralar açılıyor? Kendisine böyle bir kötülük yapan bu hırsız/fahişe ile adam neden tekrar birlikte olmak istiyor? Acaba olacakları biliyor da bu güzel kadının kollarında mı ölmek istiyor? Yoksa, bunu okuyup, sonunda hiç böyle mantıklı sorular sormayıp, yaa öykü işte mi demek lazım. Ama arkadaşlar, bunun felsefi bir yanı var(mış).