bildirgec.org

yeşilçam hakkında tüm yazılar

12 eylül türk sineması-2

kahramancayirli | 18 March 2007 17:39

SİS: AMACA YAKLAŞAN BİR FİLM

Zülfü Livaneli’nin yönettiği Sis, şu ana dek bahsettiğim filmlerde rastlanan odak problemini bir dereceye kadar çözebilmiş bir film. Öykünün 1960 yılından başlaması, karakterlerin, olayların ve toplumsal koşulların geçmişini aktarması bakımından anlamlı ve bu sayede takvimler 1978 yılını gösterdiğinde iki Türkiye arasındaki farkı okuyabiliyoruz. 12 Eylül öncesi terörü, anarşiyi, kimin kimi öldürdüğünün belli olmadığı keşmekeşi gerçekçi bir üslupla yansıttığı için Sis, iyi bir 12 Eylül filmi denemesi. Başarılı görüntü yönetmeni Jürgen Jürges’in sade ama etkili çekimleri de filmin diğer artısı. Senaryoda yer alan sosyal detaylar, olayların bağlantılarını güçlendiriyor. Ama savcı Ali (Rutkay Aziz) ve oğlu Erol’un (Uğur Polat) karakterleri birtakım iç çelişkiler barındırıyor. Kişilerin öykü içindeki kimi davranışları, baştan beri çizdikleri kompozisyona uymuyor, izleyicinin kafasında soru işaretleri oluşmasına yol açıyor. Ama filmin yıllar önce Murat Belge’nin de değindiği bir kusuru var:
“Erol’un üstünde şüphenin (kardeşi Murat’ı öldürdü mü?) toplanması ve dağılmasıyla ilgili. Cinayetten hemen sonra, polis, bulunan tabancayı tanıyıp tanımadığını soruyor ona. Bu, babanın zihnine ilk şüphe tohumunu ekiyor ve sonradan olanlar, devrimci grupların iddiaları, şüpheyi güçlendiriyor. Yargıç, oğlunun, subay dedesinin beylik tabancasıyla bu işi yapmasından şüpheleniyor. O tabanca da ortada yok. Ama filmin sonuna doğru münasebetsiz dede tabancanın hep kendisinde olduğunu söylüyor ve yargıcın şüphesi gideriliyor. Basit bir gerçekçilik düzeyinde saçma bir durum bu. Çocuğun cinayeti işlemek için ille de dedesinin tabancasına ihtiyacı yok. Anlatılan ortamda herhangi bir silah edinmekten kolay bir iş yoktu. Ayrıca kaybolan ve polisin bulduğu silah, dedenin idiyse, zaten kayıtlı olan bu beylik silahlar hemen tespit edilebilir. Üstelik yargıç öyle işi uzaktan izleyen sıradan yurttaş değil; soruşturmayı yürüten savcının arkadaşı” (Belge: 8).Livaneli’nin filmin her aşamasında titiz davrandığı belli ancak basit hikâye seviyesinde nasıl bu durumu atlamış, şaşırtıcı.Tunç Başaran’ın filmografisinde bir dönüm noktası olan Uçurtmayı Vurmasınlar, 12 Eylül’ün acı dolu günlerine küçük bir çocuğun gözlerinden bakar. Başaran, bilinçli olarak sinematografik unsurları, izleyiciyi kapatmak için kullanır. Film süresince gökyüzünü izlediğimiz sahnelerde bile, içeride olduğumuz hatırlatılır, yüksek, aşılmaz duvarlar, demir parmaklıklar çerçeveyi gökyüzünden daha çok kaplar. Uçurtmayı Vurmasınlar, “içeri”nin filmidir, çünkü öykünün ana mekanı hapishanedir. Hapishane semptomatik olarak “kapalılığı”, “içerisini”, “dışarı çıkamamayı” sembolize eden bir mekandır açık ki (Suner: 187). Karakterlerin kendilerini koğuşta hissetmeyebilecekleri tek yer olan avluda dahi, Başaran, kamerayı kalın dikey demirler arkasına yerleştirerek kapatılma temasını ısrarla vurgular. Hatta avlunun merdivenlerini ve merdivenin kenarındaki tutunmalık demirleri de aynı amaç için kullanır.Mizansen (mise-en-scene) açısından avlu, kolaylıkla anlamlandırılabilir. Kadın gardiyan veya müdür çerçevenin genellikle üst kısmında: Denetleyici, iktidar, otorite, yüksek bir konumda; hakim. Koğuştaki kadınlarsa çerçevenin alt kısmında: Boyun eğmişlik, kırılganlık; güçsüzlük. Kadınlar, her an çerçeveden çıkma / düşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar; ezikliğin, sistemin ağırlığı altında ezilmenin, otoriteye tabi olmanın figürüdürler.
Kadınlar Koğuşunun, bir ölçüde toplumu temsil eden “adi mahkûmlar” kısmına gerçekçi yaklaşma çabası var. Toplumda mevcut olan bozuklukları yansıtıyor. Ama bu filmlerin hiçbiri toplumun özelliklerinin nedenlerini araştırmıyor, veri olarak buna yaslanıyor (Belge: 7). Bu durumsa filmin verebileceği mesajları, anlatılan öyküyü yetersiz kılıyor.Memduh Ün’ün çektiği Bütün Kapılar Kapalıydı, 6 yıldır içeride olan Nil’in (Aslı Altan) hapisten çıkmasıyla başlar. Nil’in günlük yaşama uyum sağlayamaması ve iyiden iyiye ruh sağlığını kaybetmesine tanık oluruz. Öteki filmler gibi yine karakterlerin geçmişi hakkında gerekli bilgiler yok. Bu nedenle öykü bulanık kalıyor, altı yılın Nil’i nasıl değiştirdiğini öğrenemiyoruz. Oysa bir 12 Eylül hikâyesi anlatılacaksa, odak bu olmalı. Yani değişen toplumsal koşulların bireye neler yaptığı, bireyi nasıl dönüştürdüğü, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla birlikte irdelenmeli. Bu hususta diğer filmler gibi Bütün Kapılar Kapalıydı da sınıfta kalıyor.

12 eylül türk sineması-1

kahramancayirli | 18 March 2007 16:26

Sinema, içinde bulunduğu toplumun özelliklerini yansıtan bir ayna görevindedir. Türk Sineması da, ortaya çıktığı günden bugüne Türk toplumunun kültürel, sosyal ve kısmen de olsa politik yönlerini beyazperdeye taşımıştır. Ülkemizde pek çok açıdan dönüşümlere yol açan 12 Eylül Askeri Darbesi’nin sinemamıza yansımamasını beklemek, elbette gerçekçi olmazdı. 1986 yılından itibaren farklı yönetmenlerin çektiği bir grup film, tema ve biçim özellikleri bakımından diğer filmlerden ayrı tutulması gereken “12 Eylül Sineması”nı oluşturur.Bu makalenin temel iddiası, söz konusu 12 Eylül Sineması içerisinde nitelikli bir 12 Eylül filminin olmadığıdır. Bu çerçevede, makale, Şerif Gören’in Sen Türkülerini Söyle (1986), Zeki Ökten’in Ses (1986), Zeki Alasya’nın Dikenli Yol (1986), Sinan Çetin’in Prenses (1986) ve Gökyüzü (1986 ), Zülfü Livaneli’nin Sis (1989), Tunç Başaran’ın Uçurtmayı Vurmasınlar (1989), Memduh Ün’ün Bütün Kapılar Kapalıydı (1990), İsmail Güneş’in Gülün Bittiği Yer (1999) ve Atıf Yılmaz’ın Eylül Fırtınası (1999) filmlerini 12 Eylül ortamını ne derece ifade edebildikleri ve ele alınan temanın sinematografik öğelerle hangi seviyede desteklenebildiğini tartışmayı hedeflemektedir. Sonuç bölümü ise, nitelikli bir 12 Eylül filminin nasıl yapılması gerektiğini ele almaktadır.

Bedava Vizyon Filmleri Seyredelim (:

erususre | 28 January 2007 00:17

Vizyon Filmleri

Tesadüfen bulduğum bir site bizlere online olarak birçok filmi
media player vb. oynatıcılardan izlememize imkan sağlıyor.
Herhangi bir programa ihtiyaç duymadan ve download yapmadan sadece linklere tıklayarak sitede yeralan filmleri tıkladığımız media linki sayesinde kolayca izleyebiliyoruz.
Neler var derseniz son zamanlarda gündem yaratan Ünlü şovmen
Cem Yılmaz’ın filmi ” Hokkabaz ” ve Yurt dışından ödüller ile dönen Dondurmam Gaymak adlı yapım mevcut.
Hala bu filmleri izlemediyseniz media player üzerinden kolayca seyredebilirsiniz.

Vizyon Filmleri
Vizyon Filmleri

Hokkabaz filmini izlemek için burayı ve

Dondurmam Gaymak filmi için burayı tıklamanız yeterli.

O eski vapur sesi

menese | 28 September 2006 16:18

Evet vapur sesi.. Yani vapurun düdüğünün sesi ama bildiğiniz gibi değil.. Bu ses, bir İstanbullu olarak sık sık duyduğumuz vapur düdüklerine pek benzememektedir.. İşin doğrusu böylesine insanın içini titreten bu sesi artık hiç bir kaptan hiç bir vapurdan çıkaramamaktadır..

Daha eski de olabilir ama sanıyorum ellili yıllarda, büyük ihtimalle Yorgo Iliadis’in -ki kendisinin adını akıp giden film jeneriklerinden iyi biliriz- bir şekilde kayıt ettiğini hayal ettiğim, boğazda seyrüsefer halinde olan bir şehir hatları vapurunun,insana daha çok hüzün veren sesidir bu.. Ki o yıllardan bu günlere kadar içinde deniz sahnesi olan her filmde ve ayrıca tv dizilerinde duyulagelmiştir..

bir cahit berkay tınısı

anafikir | 18 May 2005 20:14

bu cahit berkay eserinin adı nedir acaba. bir türlü çıkaramadım.

not: kaydın kusuruna bakmayın tvden alıntı zoraki. hatta parça o kadar hoşuma gitmiş ki o an, parmak şıklatmalarımı duyabilirsiniz : ))