Elimi tuttu önce. Sımsıkı kavradı. Ardından “Hadi!” dedi. “Ne duruyoruz?! Gidelim artık!” Öyle ya… Neden vakit kaybediyorduk ki?! Sanki yeterince çalmamışız gibi zamandan… Daha doğrusu, bendim çalan. O ise bu savurganlığa son vermemi sağlamaya çalışan sadık zaman bekçisi…

Öyle ki, boşa geçecek tek bir saniyeyi bile vermek istemiyordu bana. Artık saniyeleri birlikte kullanıyorduk. Henüz misafirliğinin ikinci günü dolmadan, O karar vermişti buna. Ben de ses çıkarmamıştım. Olsa olsa en fazla birkaç gün daha sürecekti bu durum nasılsa. Sonra O yine geldiği zamanki gibi, yanında bavulu, şirin şirin gülümseyecek, ama bu kez içeri girmek için değil; veda etmek, hiç bitmeyen yolculuğuna kaldığı yerden devam etmek için duracaktı kapının eşiğinde.