Boş istasyon peronu önünden uzayıp giden raylara doğru bakıyorum. Nefes alıp verirken ağzımdan burnumdan havaya karışan buharlar, içinde bulunduğumuz ayın henüz ne baharı karşılayan türden ne de kıştan kopmuş olduğunu hatırlatıyor. Güneşin soğukla verdiği müthiş mücadele… Yüzüme vuran ışınlarda hissettiğim ısı ile aniden esen rüzgarın aynı bölgeyi buz kestirişi…

Aldanan ağaçlara bakıyorum sonra. “Bu soğukta ne demeye hemen açtınız?” diye konuşmaya başlayacakken, istasyona varan trenin beraberinde getirdiği toz bulutu arasından, aldanışlarına dair ağız tadıyla iki çift laf edemeden, göz ucuyla nisbeten boş bir vagon seçip, biniyorum hemen. Ortama uyum sağladıktan sonra vagondakilerle göz teması kurmaya çalışıyorum. Nafile bir iş bu!