bildirgec.org

polisiye hakkında tüm yazılar

murder by death

schizophrenia13 | 01 January 2009 12:35

murder by death
murder by death

bir katil kim parodisi olan murder by death, haftasonu işlenecek bir cinayeti çözmeleri ve büyük ödülü almaları için çağırılan beş ünlü dedektifin düştükleri durumu klişelerle ele alan bir neil simon senaryosu.

murder by death
murder by death

robert moore‘un yönettiği filmde olayın şatoda geçmesi dolayısıyla oldukça kısıtlı alan kullanılmış, truman capote, peter sellers ve alec guinness gibi oyuncularla taçlandırılan film bunu bir artıya bile çeviriyor. karakterlerin iç rekabeti, katilin olmasa da kimin öldürüleceğinin belli olması ve öldürülecek kişinin katili bulana ödül vermesi işlerin sarpa sarmasına neden oluyor. ,

polisiye ve mizahı birleştiren yapılm 1976 yılı venedik festivali’nde görücüye çıkmış. müzikleri ise dave grusin imzalı.

Serpico (1973)

ntguzel | 31 October 2008 12:11

Serpico - 1973
Serpico – 1973

Yönetmenliğini Sidney Lumet’in üstlendiği Serpico filmi, Al Pacino‘nun The Godfather ile parlayan yıldızının daha da bir parıldamasını sağlamıştır. Gerçek bir hikayeden alıntı olan filmde Al Pacino (Frank Serpico), dürüst bir polis memurunu canlandırmaktadır. Toplumdaki çöküşün sebepleri her yerde cereyan ederken, polis teşkilatı üstüne düşeni yapmayıp, düzenin çarkı olmuştur. Dürüst polisimiz Al Pacino (Frank Serpico) yalnızlığı ve kararlılığıyla bu çöküşü engellemek için bir polis memurundan öte daha farklı bir tarza bürünecektir ve yalnız olduğu bu yolda sadece o vardır.

Türk fantastik edebiyatı

orenor | 15 August 2008 16:53

Fantastik edebiyat Türkiye’de hâlâ arzu edilen seviyeye gelemedi. Bunda yayınevlerinin olduğu kadar, okurların ilgisizliğinin de payı var. Batı’nın hayal gücünü tüketmeye devam ediyor insanımız. Ama Türkler de yazıyor ve kendi hayal gücünün sesini duyurmaya çalışıyor. İşte örnekleri:

Hayalet Aşk – Kadim Gültekin:

hayalet aşk
hayalet aşk

Bir gencin ölümü ve ölümdeki sonraki hayatını anlatıyor kitap. Ama klişe bir ölümden sonrası değil bu. Kitap boyunca ölümün anlamı sorgulanıyor. Ve karakterin yaşayan bir kıza olan aşkı, ona ulaşma çabası anlatılıyor fantastik maceralar eşliğinde. Farklı ve etkileyici bir roman…

Beyza’nın Kadınları

queennothing | 12 July 2008 14:53

1992 yılında ilk sinema filmi “Denize Hançer Düştü”yü çeken Mustafa Altıoklar, “Ağır Roman”, “Asansör”, “O Şimdi Asker”, “Banyo” gibi bir çok başarılı yapıma imza attı.“’Tıp fakültesinden mezun olmuşsun, neden sinema?’ diye sorulunca cevabım; ‘Ben hayatımın röntgen filmini çekiyorum’ oluyor.” diyen Altıoklar, 2006 yılında Türk sinemaseverlerle paylaştığı “Beyza’nın Kadınları” adlı sinema filminde de başarısını bir kez daha kanıtlamış oldu.
Filmdeki müzikler, Fahir Atakoğlu’na ait. Sezen Aksu’nun da “Beyza” adlı şarkısının bulunduğu albüm, 2006 yılında “Ateş Müzik” etiketiyle piyasaya çıkmıştı.

The House on Turk Street / No Good Deed

queennothing | 30 June 2008 17:50

Dashiel Hammett, 1894 yılında ABD’de (St. Mary’s County) dünyaya geldi. Polisiye tarzı kitaplar yazan Hammett’in hayatı boyunca yaptığı en verimli iş ‘dedektiflik’ oldu. Çünkü dedektiflik yaparken edindiği deneyimleri yazmasaydı ne 9 başarılı kitabı yazabilirdi; ne de her yıl başarılı bulunan polisiye yazarlarına “Hammett Ödülü” verilirdi.
2002 yılında Hammett’in “The House on Turk Street” adlı romanı New Yorklu yönetmen Bob Rafelson sayesinde sinemaya uyarlandı. Birebir uyarlamaktan ziyade Christopher Canaan ve Steve Barancik’in üzerinde yaptığı birkaç küçük değişimle ilk defa, Rusya’da her yıl düzenlenen Moscow Film Festivali’nde gösterilen film, Türkiye’de de büyük ilgi gördü. İlgi görmesinin nedenlerinden biri elbette ki filmin adı.

Türk siyasetiyle, kültürüyle; hatta Türkiye’yle uzaktan yakından alakası olmayan filmde “Türk” teriminin geçmesinin tek nedeni, ‘olayın geçtiği caddenin adı olması’.

Polis dedektifi Jack Friar, hırsızlık biriminde görev yapmaktadır. En büyük aşkı müziktir; çellosuyla müzik festivaline hazırlanmaktadır. Bir akşam, komşusunun ricası üzerine henüz reşit olmamış bir kızı aramaya koyulur ve yolu Türk Caddesi’ne düşer.

Sokağın Kralları – Street Kings (2008)

saltindagli | 19 June 2008 16:25

Polis denilince akla nedense hep bir kara kanun duvarı gelir, bu duvar bazen arkasında kalanlar ile önündekiler arasında umulmadık işlerin ortaya çıkmasına neden olur. kanunu uygulayan kişilerin bu duvara sığınarak olayları kendine göre yorumlayabileceklerini, bu sistem içinde ya dürüst olunacağını ya da çarkın dişlisi olunacağını gözler önüne seren iyi – kötü polis filmi.

Siz bu çarkın bir dişlisi olduğunuzu anladığınızda çarkı kırmak için nelerinizi feda edersiniz diye sorarım bu arada 🙂

RIGHTEOUS KILL (2008)

wacowski | 26 May 2008 18:00

İki efsane tekrar bir arada,en son 1995 yapımı Michail Mann filmi olan Büyük Hesaplaşmada (HEAT)bir araya gelen ustalar şimdi de bu Jon Avnet(88 dakika,Kızıl Köşe,Kızarmış Yeşil Domatesler)yönetimindeki polisiye filminde buluşuyorlar. Bobby Deniro ve Al Pacino filmde 30 yıl polislik yaptıktan sonra emekli olmayı beklerken, bunun sandıkları kadar kolay olmayacağını anlayan bir ikiliyi canlandırıyorlar. Çünkü onları sırlarla dolu bir cinayeti çözme görevi bekliyor. Cinayet bir seri katil tarafından işlenmekte ve yalnızca polisin yakalamadığı suçlular öldürülmektedir ve bu sırrı çözmekte iki efsaneye düşmektedir.İki starı aynı filmde 13 yıl aradan sonra birarada görmek bile filmi izlemek için yeterlidir.

filmin fragmanı ve sitesi

Hayat Berbat (Kara Üçleme, I. Kitap)

torkunc | 15 February 2008 11:49

Polisiyenin bir alt türü olan Kara Roman’larda amaç suçu ve/veya suçluyu araştırmak, soruşturmak, aydınlatmak değildir. Klasik polisiyelerden farklı olarak Kara Roman’lar suçun üzerindeki gizemden ziyade başka bir şeyle ilgilenir, çok daha derinlerden beslenir: insanın karanlık yüzünden.

Kara Roman’lar ile klasik polisiyeler arasındaki bu fark sebebiyledir ki suçluyu kovuştururken duyduğumuz heyecan, olayı çözümlerken analitik düşünebilme yetimizi sınamayla gelen tatmin, (nihayetinde cinayet de olsa) suçlunun zekice planladığı eylemin takdiri üzerinden insan zekasını yüceltme, yerini insanı suça iten sosyal, ekonomik ve psikolojik sebepleri resmetmeye bırakır. Bu nedenle daha kitabın başında olaya şahit olmamız, katili iş başında görmemiz bu türün aşinalarınca hiç de yadırganmaz. Klasik polisiyelerde dedektifin gözünden olayların aktarılması (yorumlanması) teknik bir zorunluluk iken, Kara Roman’larda dedektifin varlığını hissetmeyiz bile. Bir gün bizimde başımıza gelebilecek bir kırılma anı, öncesi ve sonrasıyla küçük fırça darbeleriyle aktarılırken düşünürüz: bunların benim başıma gelmesini engelleyen şey ne? Popüler deyimle, bir cinnet geçirmeyeceğimizi kim söyleyebilir? Ya da ekonomik sebeplerden ötürü toplumun aşağı katmanlarından sıyrılamayan bir adam, daha fazla direnemeyip “kendini bırakıverirse”, çizginin öte yanında nasıl bir “şey”e evrilecektir? Birebir cevabını ver(e)mese de (çünkü bunun cevabı değişkendir) Kara Roman’ların asıl ilgilendiği husus budur. Varsın krimonolojik koşuşturmacalar diğer polisiye sayfalarında alsın başını gitsin…