Ortaokulda sınıf arkadaşıydık. Sıralarımız önlü arkalıydı. Aynı memleketli oluşumuz yüzünden, ortak tanıdıklarımız filan vardı, benimle hep çok konuşurdu.Neşeli kaba saba bir çocuktu. Ara ara ondan sıkıldığımı ve susturmaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Liseye geldiğimizde yine aynı okul devam ettik. Ancak, birimiz sabahçı, birimiz öğleci olduğumuzdan daha az görüşmeye başladık. Lisenin ikinci sınıfına giderken büyük aşkım, ilk aşkım savaş’ la beni gördüğünde beni esefle kınamıştı.Bu bizden büyük çocuğu semtten tanıyordu ve anlaşılan pek sevmiyordu.Bula bula bunu mu buldun diye beni okul çıkışı payladığını hatırlıyorum.
Daha sonraki yıllarda çok görüşemedik. Bir seferinde Kapalıçarşı da karşılaştık. Ben evliydim ve o da evlenmek üzereydi. Nişanlısının resmini gösterdi, çok güzel bir kızdı. Tansel’in hayallerinde görebileceği kadar güzeldi. Hatta şaşkınlıkla, ama bu çok güzel bir kız dedim de o da gururla Tiraje’ ye benzediğini söyledi. Tiraje bizim lisenin o dönemde ki en güzel kızlarından biriydi, ve tüm delikanlılar onu beğenirdi.
Derken, ben o semtten tanıştığım için uzun yıllar karşılaşamadık. İkimiz de Rumelili olduğumuzdan, ikimizin de üye olduğu, derneğimizin ramazan da ki dağıtımlardan birinde bir baktım Tansel geldi. Çocuklar için giysiler mi getirmişti, yoksa, o giysileri vereceğimiz ihtiyaç sahibi çocukları mı getirmişti, çok şişman bir adam olmuştu. Yarım dünya şeklindeydi. Belki de 130 kilo filan.Zaten hiç çok zayıf biri değildi ama bu insanlık dışı bir şeydi.O gün çok takıldım ona, bak ben hiç değişmedim filan diye de hava attım. Bir kızı vardı benim kızımdan büyük, işleri çok iyi gitmiyordu ve belli ki çok yiyor ve çok içiyordu. Eskilerden kimleri gördüğümüzden filan konuştuk, kardeşlerimi filan sordu.Sonra yine uzun zaman görüşmedik.En son gördüğümde kızından nerdeyse 14 yıl sonra, karısının tekrar hamile olduğunu ve ikiz çocuk beklediklerini söyledi.Ben de kaşınmışsınız işte ne güzel kızınız büyümüş, ne zor şimdi tekrar başlamak, filan diye takıldım.O konuşmamızın üzerinden de 3-4 yıl kadar geçmiştir sanırım.
Dün kuzenim söyledi, Tansel çok hastaymış hastane de ölümle pençeleşiyormuş, biliyor musun diye. Aort damarı yırtılmış, o gece de çok yemiş ve çok içmi, .hastalanınca yoğun bakıma kaldırmışlar ve 72 saati geçirmesini bekliyorlarmış . İlk 72 saati atlatabilirse yaşarmış. Ne zaman olmuş dedim, kuzenim 3 gün önce duydum dedi.Sevindim demek atlatmış dedim. Zorla kalp krizini çağırmış dedim.O kadar kilo alırsa, kalbi yağ bağlar tabi dedim.Aklıma yıllar önce okuduğum Peride Celal’ in üç yirmi dört saat adlı romanı geldi.Orda ki kahraman yaşlı bir kadındır ve 3 yirmi dört saati atlattıktan hemen sonra hayatını kaybeder.
Bu akşamüzeri dernekten arkadaşım Suna aradı.biliyor musun Tansel ölmüş dedi.Sen tanıyordun haberin olsun istersin diye düşündüm.Dondum kaldım o anda, ve ağzımdan ‘ geri zekalı’ sözcükleri çıktı.Geri zekalı, öküz nasıl ölür, nasıl böyle bir salaklık yapar.Çok kızdım Tansel e öldüğü için çok çok kızdım.Şu an da da hala çok kızgınım. İnsan 42 yaşında nasıl ölür .Gencecik karısını 3 tane evladını bırakıp nasıl ölü, ve nasıl bir sorumsuzluktur ki bu taaaaa aort damarını çatlatıncaya kadar kendine baktırmaz.
Çocuk doğuran insanlar bu yaşta ölmemeli. Kocam vadesi dolmuş filan diye beni teselli etmeye çalıştı, ama ben bunu kabul etmiyorum.Böyle dangalak bir kader olamaz, Allah küçücük çocukları olan, gencecik bir adamı öldürmez.Ama çok basit bir denklem bu kendine iyi bakmazsan, çocukların babasız büyür.Annen evlat acısı ile yanar.Eğer yıllarca sigara içersen, babam gibi akciğer kanseri olursun çok basit aslında .Bu görünmez kaza filan değil ki, kendisi çağırır bazen insan ölümü.Çok kız gınım Tansel e çok.
Şu anda Plasebo dinliyorum, ve bu satırları yazıyorum.Plasebo’nun üzerimde, plasebo etkisi yaratmasını bekliyorum, ama olmuyor.Tanse’l i plasebo ile yolcu ediyorum.Kalan herkes için hayat sensiz çok zor olacak, ama umarım sen ebedi hayatında bu dünya da bıraktıklarını hatırlamazsın, yoksa öbür dünya da çok acı çekersin.Çok acıdım, içim ezildi, çok gençtin çok üzüldüm.