La Granada!
İspanya’nın ne kadar zengin bir kültüre sahip olduğunu anlamak için gidilmesi gereken yerlerden biri Granada.Gidemeyenler için de internette bulamyacağınız bazı şeyleri anlatmak istedim.Zamanında Endülüs Emevileri’nin büyük güç sahibi olduğu, yılın pek çok gününde görülen güneşin sıcaklığının insanların kanlarına işlediği bir yer…
Türkler Granada’ya “gırnata” demişler.İspanyolca’da granada “nar” demek.
Şehrin nüfusu 500.000 kadar.Şehir merkezinde yaklaşık 300.000 kişi yaşıyor; bunların 80.000’i öğrenci.Granada’ya öğrenci şehri diyenler de var.Yarım saat içinde ister Akdeniz’e isterseniz de Sierra Nevada sıradağlarına ulaşabilirsiniz.Şehir dağ eteğinde kurulu olduğundan evlerin balkonlarından çok güzel manzaralar görmek mümkün.Şehrin ana caddesinden (Gran Via) on dakikalık bir yürüyüşle de geçtiğimiz yaz yapılan dünyanın yeni yedi harikası seçmelerine aday olan Al Hambra Sarayı’na gidiliyor.Hal böyle olunca da Granada İspanya’nın en çok turist çeken yerlerinden biri olmuş.Yine şehrin ana caddesinden kısa bir yürüyüşle (zaten şehirde otobüse ya da arabaya hiç gerek yok; heryer yürüme mesafesinde) “Albaicin” adlı çingene mahallesine ulaşılıyor.Unesco’nun korumasında, özel evlere sahip bu mahallede flamenko müziğinin en iyi icracıları ve dansçıları yetişmiş.Hatta flamenkonun Granada’da doğduğu söylenir.Granada’nın özellikle gençler ve öğrenciler için en güzel yanlarından biri “las tapas”.Tapa Türkçe’de meze anlamına geliyor.Bir içecek sipariş ediyorsunuz ve yanında yiyeceğiniz geliyor.Bunlar sandviç, makarna , sebze ya da deniz ürünleri(en çok sevileni) olabilir, tercih sizin.İspanya’nın her yerinde görülen bu yemek kültürünün Granada’ya özel yanı burada ücretsiz olması.Siz sadece içeceğinizin ücretini ödüyor, “tapa”nızı afiyetle yiyorsunuz.En zevkli akşam yemekleri de arkadaşlarınızla her “tapa”nızı başka bir kafede yemek.Zaten yemek bahane…Granada İspanya’nın en büyük şehirlerinden olmamasına rağmen birçok ülkeyle karşılaştırıldığında pek çok olanağa sahip.Şehirde gelişmiş bir bilim parkı kurulmuş.Yürüyüş yapmak ya da dinlenmek için de güzel parklar var.Avrupa’nın birçok şehrinde olduğu gibi de müzeler çok önemli bir yer tutuyor.Birçok şair, yazar, besteci de Granada’da uzun yıllar yaşamış veya burayı hep ziyaret etmişler.Manuel de Falla bunlardan bir tanesi.Al Hambra Sarayı yakınlarındaki evi bugün müze haline getirilmiş.Manuel de Falla’nın arkadaşı olan besteci Claude Debussy de onu ziyarete gelmiş ve Al Hambra Sarayı’nın bölümlerinden biri olan “La Puerta del Vino” “Şarap Kapısı” nın adını piyano için yazdığı bir prelüdüne vermiş.Al Hambra Sarayı Arapların temizliğe ne kadar çok önem verdiğini ve o yıllarda Avrupa daha karanlık çağını yaşarken onların ne kadar medeni olduğunu gösteriyor.Saraya giden ağaçlarla kaplı yolun iki tarafını küçük su yolları çevreliyor.Granada’nın en sevdiğim yanı sokaklarında dolaşırken duyduğunuz mutluluk ve farklılık hissi.Katedralin yanında küçücük bir sokaktan; lüks mağazaların, yolların, kafelerin olduğu modern bir caddeye geçiyorsunuz.Bir anda üç kişinin yan yana ancak yürüyebileceği; çaycılar, eski arap kıyafetleri, araplara özel eşya ve takılar satan küçük dükkanların olduğu tam bir arap sokağı karşınıza çıkabilir.Tarihin, geleneksel yaşamın, farklı dinlerin ve modern toplumun olumlu-olumsuz herşeyi ile bir araya geldiği mükemmel bir karışım sanki Granada…