Zamanıııın birinde, öyle ki kalburlar falan saman içinde,
beceriksizliğiyle ün salmış bir çiftçi varmış, öyle ki ne ektiğinden
ürün alırmış, ne biçtiğinden hayır görürmüş…beceriksizliği öyle ün
salmış öyle dillere düşmüş ki artık duramamış terketmiş diyarını,
vermiş kendini dağlara bayırlara…Çünkü bir tek kendi inanmazmış
beceriksiz olduğuna, hep toprağa vermiş bahaneyi, yağmurda yeterince
yağmıyormuş hani, bahane bu ya herşey yolunda gitse yabaniler dadanmış
topraklarına…o dağ senin bu bayır benim yarı aç, yarı tok, azıcık
dermanla, kocaman umutla aramış durmuş mutlu olacağı toprakları…gün
saymış, aylar çıkagelmiş, ay saymış, aylar mevsimlere
tutunmuş…mevsimler? vazgeçmiş artık zamandan…ramak kalmış
kendinden vazgeçecekken, son adım son tepe…gözleri kamaştıran
tepedeki güneş miydi, yoksa altın sarısı topraklar, üzerinde yaşlanmış
kusursuz meşe ağaçları mıydı? toprakla kucaklaşana kadar o da
bilememiş…”İşte burası, gerçekten yaşayacağım, şu aciz ömrümü
geçireceğim ve canımı teslim edeceğim, beni merhametle kucaklayacak
topraklar buraları…İşte burası ektiğimin karşılığını cömertçe
verecek çayırlar burası..İşte burası Cennet Çayırları…”. Öyle
sevmiş, öyle inanmış ki bu topraklara, hiç bir canlıya, hiç bir yere
vermediği sevgiyi, emeği, özeni göstermiş…toprakta, dili yok ya
hani, o da çok sevmiş çiftçiyi…ama yine ters giden birşeyler, eksik
kalan birşeyler varmış…Hasat zamanı gelmiş geçmiş, toprak gene aynı
toprak…kabullenememiş çiftçi, öyle sevmiş öyle inanmışki bu yerlere,
imkansızmış bu toprakların verimsiz olması… geriye kabullenecek bir
tek şey kalmış…Kendi beceriksizliği!!! Kahretmiş bu gerçek
bizimkini, üründe falan aklı kalmamış ama Cennet Çayırlarını
haketmediği düşüncesi yemiş bitirmiş çiftçiyi…Ve aniden çekmiiiş
gitmiş kendi dahil kimsenin bilmediği yerlere…Yanında sevgisi, acısı
ve bir gün farkında olmadan kendini Cennet Çayırlarında bulma umudu
ile…