bildirgec.org

adaptasyon hakkında tüm yazılar

ANNEMDEN İNCİLER

admin | 29 January 2010 11:02

Annecim 70 yaşının üzerinde ama nadir denecek kadar eski Türkçe konuşur.
Anne annem gibi geçmiş yıla bıldırın, sonbahara güzün dememesine rağmen kullanmış olduğu günümüzün Türkçesini kendi dilinde hoş mu desem, komik mi desem ( artık siz karar verin)kullanır.
Mampir(vampir)
Laaba(lavoba)
Vilya(villa)
Cicikurt(digitürk)
Kartur(cerrefour)
Vim(bim)
Yürük çadırı(Yörük çadırı)
Ekonomik okulu(iktisat fakültesi) gibi sürüp gitmekte ve biz kahkahalarla gülmekteyiz.
Bu hatunun birde kız kardeşi var 65 yaş civarı ikisinin arasında geçen bir konuşmayı anlatıyorum.
Abla hala o izlediğin arkası yarını mı izliyorsun(unutma beni dizisi)
Heeee
Ayıp be abla bu yaşta o dizi izlenir mi sen de benim izlediğim diziyi izle.
Ne varmış benim arkası yarınımda.
Ne olacak öpüşüp sevişiyorlar. Benim dizim güzel onu izle.
Neymiş senin dizin de bakalım.
Aşkı memnu

(Şaka değil cidden

AİDİYET DUYGUSU

Dicle Guntas | 30 April 2008 13:47

Garip bir varlık insanoğlu. Yeryüzünde bulunan en kibirli canlı, kibiri haklı mı haksız mı sorgulamak ne mümkün!
Bize bahşedilen zekadan bahsederken bile gururluyuz sanki bize akil, zeka bahsedilmesini hak etmişiz, çabalayarak kazanmışız gibi bunu. Halbuki zekamız doğanın dengesini korumak için kazandığımız bir özellik. Bizde atlar gibi doğduktan bir kaç saat sonra koşabilseydik, maymunlar gibi bizi soğuktan koruyan uzun tüylerimiz birkaç gün içinde çıksaydı böyle bir zekaya gerek kalmayacaktı. Evrenin düzenine bakınca çok basit görünen bir adaptasyon bizim gurur kaynağımız. Zekamız zayıflığımızdan kaynaklanıyor aslında, fiziksel kusurlarımızı örtbas etmek için ama biz kendimizde olan özelliği “en iyi” sayma güdüsüyle yine zeki olmayı tercih ediyoruz.
Aidiyet duygusu ise bundan sonrasında devreye giriyor. Kendimizi canlılar arasında “insan” kategorisine yerleştiriyoruz bir kere ama bu bizim egomuzu (ego Latince kendim demektir) tatmin etmiyor. Bu sefer ırklara ayrılıyoruz, o da yetmiyor dinlere ayrılıyoruz; sarışınlar, zenciler diye ayrılıyoruz. Tüm bu gruplaştırmalar o kadar genel kaçıyor ki aidiyetin içgüdüsel yapısına, bizler takımlara ayrılıyoruz, “sağ”a “sol”a kaçıyoruz. Kendi bireyselliğimiz, “ben”imiz o kadar küçük ki onu büyütmek için “biz” oluyoruz. Hem de her konuda biz oluyoruz; fiziksel özelliklerimizle, inançlarımızla, siyasi görüşlerimizle, tuttuğumuz futbol takımıyla, basketbol takımıyla, aldığımız dersle, dersi sevmeyen öğrencilerle, sevenlerle… Genelden özele indikçe iniyoruz ve tüm bu “özelleşme”nin ortasında aslında en basit ve en temel aidiyeti unutuyoruz. İnsan olduğumuz gerçeğini…
İnsancılık en büyük gerçeğidir insanoğlunun çünkü Dostoyevski’nin dediği gibi “her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur”.
Peki insancılık yani hümanizm nedir? insanı insan olduğu için değerli gören düşünüş biçimidir özünde hümanizm. İlk ortaya çıkısı Rönesans döneminde olmuştur. Skolastik felsefenin egemenliğinden kurtulmuş kültür adamlarının insanı kendine konu edinmesiyle doğmuş bir düşünce akımıdır aslında. Dante ve Petrarca’nin öncülük ettiği bu akıma daha sonraları Gionozo Manetti, Leonardo Bruni, Marsilio Ficino, Lorenzo Valla, Montaigne ve unlu Fransız yazar Jean- Paul Sartre gibi nice aydınlar katılmıştır.

Rönesansdan bugüne değişen ne? Hümanizmi ayaklar altına alan küreselleşmedir aslında. Farklı insanları bir araya getiren küreselleşme; ortak özelliğimizin “insan olmak” olduğunu unutturup, farklılıklarımıza yöneltti dikkatleri. Neden? Çünkü değişime kolay ayak uyduramıyoruz, değişim farklılık demek ve bizler farklılıklara düşmanca yaklaşıyoruz. Bir masada otururken fikrimize katılmayan biri varsa, şahsımıza yönelik olmasa bile bunu düşmanca algılıyoruz. Fikrimizin aksine bir şey söylediği için kaşlarımızı çatıyoruz. Aynı yörede, aynı dil ve dine sahip insanların fikir ayrılıkları daha azken, küreselleşmenin yan etkilerinden sadece biri olan, “farklı fikirlerin bir araya gelmesi” olayı “farklı fikirlerin çatışmasına” dönüşerek bizi hümanizmden uzaklaştırdıkça uzaklaştırıyor.
Seçmecilik (eklektisizm) küreselleşmenin artı kutbu olarak devreye giriyor belki de bu noktada. Farklı düşüncelerin “taraftarları” olmak yerine, fanatik olmak yerine, mantıklı fikirlerin “orta yolunu” bulmak varken neden insanlığımızı birilerinin ortaya attığı gruplarda, fikirlerde, takımlarda yitirelim ki?
İnsanın hayvan olma biçimi hiç bir zaman göz ardı edilemez, üzücü bir biçimde medeniyetten sıyrılıp kabul etmemiz gereken bir gerçek var ki bizi hayatta tutan insanın “hayvani” yanıdır. İnsanda doğuştan varolan tek sistem İd olmakla beraber insanlığın “ideal” olanı öğrenebilecek potansiyeli vardır hatta bu potansiyel o kadar yüksektir ki bir bebeğin doğumundan sonraki altıncı ayında ego’su oluşmaya baslar (Ego İd ve Superego yu kontrol ettiğine göre, Superego; insanın ahlaki ve yargılayıcı yanı da bu donemde oluşmaya başlar). Bilinçaltımızın bilinmeyenine rağmen egomuz (biz) o kadar güçlü ki kontrolü alan taraf. Tüm bu psikanaliz örnekleri gösteriyor ki aslında, temelinde yani en başında varolan tek bir şey var; biz duygusu. Biz ise insan olmaktan daha karmaşık bir şey değil.
Çatışmaların, savaşların ortasında sözde “kardeşlik” terimini bir kenara bırakıp gerçekten içten “bütünlük” istemeliyiz bence. Farklı görüşlerimiz, fikirlerimiz, inançlarımız ne olursa olsun, karanlıkta tüm insanlığı aydınlatan ışık aynı ayın ışığı. Belki de o kadar farklı değilizdir…

İnsanoğlunun gelişimi gittikçe hızlanıyor

Guardian | 13 December 2007 20:35

Şuradakimakaleye göre bilim adamları insanoğlunun evriminin yani gelişiminin giderek hızlandığını belirtiyor ve bunun sebeplerininde çağın şartlarının giderek değişmesine bağlıyor.

Bilim adamlarının araştırmalarına göre önümüzdeki bir kaç yüzyı sonra insanoğlunun gelişme hızı aşırı derecede artıcak ve bu zaman dilimi bilim adamlarına göre hiçte uzak bir zaman dilimi değil.