İstanbul’a kar yağmadı…Üzüldük, merakla bekledik ama yağmadı….Çocukluğumuzun karlı günleri artık yaşanmıyor, belki de küresel ısınma bizleri bu doğal güzellikten mahrum etti…Uzun zamandır, Bağdat caddesinde yalnız başıma yürüme özlemim vardı. Her gün arabayla geçip gittiğim, caddede tek başıma yürümek…eşofmanları çekip, doyasıya yürümek…

Caddede yorulmadan göztepe-şaşkınbakkal arasındaki piyasa günlerimizi yeniden adımlamak…Kimi zaman yayan kimi zaman arabayla, bir aşağı bir yukarı…Cemil Topuzlu caddesindeki koru’da gündüz sevişmeleri, kulüp 33 te geceleri kızlarla daha yoğun ilişkiler…Şimdi buralar kat karşılığı inşaata verilerek, akıllı gökdelenlerle dolmuş…Rahmetli Gündüz Kılıç’ın , eşiyle birlikte akşam çaylarını bir İngiliz asaleti içinde içtikleri bahçeli evleri yok artık…Yazları, nişantaşından , şişliden gelen ermeni-rum kızları da yok… Ali abinin, göz kamaştıran Mustang’ı caddenin en flaş arabası idi. O da hakkını verirdi zaten…Göztepe’de, Hilal’in toprak sahasında yaz turnuvaları, kızların amigoluk yaptıkları kıran kırana maçlar…Şimdi yerinde et lokantası ve halı sahalar var… birbirlerini bir daha ne zaman görecekleri belli olmayan insanların gelip geçtiği mekanlar var…Erenköy’de, Kırık dökük,harap bir köşk eskisi; Afet teyzenin konağı..kararmış ahşap kapıları, yosun tutmuş bahçe duvarları ve.her türlü yaz, kış meyvesini içinde barındıran hanımeli, kokan bahçe şimdi bira şişleri, cam kırıkları, konserve kutularıyla dolu tam bir mezbelelik olmuş…Erenköy’de yaşamak insanı bir başka yere bağlanmaktan uzak tutar…Buna inanırım ben…Cemil topuzlu’da ki şu konağın sahibesi de böyle düşünmüştü belki de..Hayatına türlü türlü efsaneler sokuşturulan bu ilginç ihtiyar , yüz yıla varan yaşamını belki de bu semtte bu konakta geçirmişti…Babaannem, sık sık Afet teyzeyi ziyarete gider, her seferinde de ona sütlaç götürürdü…beş,altı yaşlarında olmalıydım, bir keresinde beni de götürdü…O efsane konağın, efsane kadınını ilk kez kapı aralığından gördüm ; Gri, mavimsi pırıltılar saçan saçları inanılmaz ölçüde uzundu. Omuzlarından sarkıp,beline kadar iniyordu…Onları tutam tutam ayırıp, dişleri eksilmiş, fildişi bir tarakla taramaya çalışıyordu…Yüzü, o kocaman saç yığının ortasında ufacık kalmıştı…Kocaman bir kediye benziyordu!…Kadının görüntüsü beni öylesine korkutmuştu ki, kadınla göz göze gelmemek için babaanneme sıkı sıkıya sarılmıştım…Afet teyze, insanı iliklerine kadar titreten soğuk bir sesle “ kim bu kerata be? “ deyip bana baktı…Bakışları da sesi kadar soğuktu…Babaannem, “ torunum afet hanım,torunum!” diye yanıtlayınca, kadın eliyle bir işaret yaptı…Belli ki beni yanına çağırıyordu, gözlerinde sevdiklerine hasret kalmış bir yaşlının yanıp tutuşan bakış ve arzusu vardı sanki…Onun bu hali korkularımı da bitirmişti…Onu son gördüğümde yatağına büzülmüş yatıyordu, sanki ana karnındaki duruşu ile doğmadan önceki zamanına dönmüştü…uyur gibiydi…odasında ölgün bir ışık vardı, kadının çok güç nefes aldığı anlaşılıyordu…Babaannem hemen ceviz oymalı konsolun üzerindeki abajuru yaktı; odaya sanki afet teyzenin mazisini aydınlatan bir ışık huzmesi yayıldı…canı çekilmişti adeta!…Babaannem, ani bir refleksle elimden çekiştirerek beni odadan çıkartıp, evimize götürdü…Birkaç saat sonra afet teyzenin ölüm haberini aldık…İhtiyar terkedilmişliğin isyanını bir başka hesaplaşmaya bırakıp gitmişti…