Geçende Tercüman’da Nuh Gönültaş’ın yazısını okudum, aklıma iki soru takıldı; 1- Süleyman Demirel’e hararetle karşıydım, fakat şimdi ben de Nuh Gönültaş gibi ufaktan ufaktan çark mı etsem diyorum. Hatta Demirel gitsin de onun yerine bir taş parçası koyun inanın ondan daha iyi olur diyen birisiydim. Fakat Sezer’in bu kadar kapalı ve renksiz oluşu inanın beni daraltıyor. ( Ha bu arada şunu da ekleyeyim, AKP’li falan değilim ve Sezer’e antipatim AKP’ye muhalefetinden kaynaklanmıyor. Hatta yer yer sivil bir denge unsuru olmasından dolayı da Sezer’i destekliyorum bile. ) 2- ”Herşeye rağmen Sezer en azından memleketi soyanlarla aile fotoğrafı çektirmemiş birisidir ve her halukarda Demirel’den iyidir ” mi demek lazım ? Hani halk arasında bir söz vardır, ” adam çalıyor ama çalışıyor da ” diye… Bu anlayışa şiddetle karşıyım. Adam çalışsın ama çalmasın. Ne kadar maaş istiyorsa alsın ama çalmasın. Son olarak acaba diyorum şunu mu demek lazım ; ahlakı Sezer gibi, aktivitesi ve sosyalliği ise Demirel veya Özal gibi birisi niye cumhurbaşkanı olmadı ki… Vallahi benim kafam inanın karmakarışık. Hani iki ucu keskin kılıç ( başka versiyonu da var biliyorum ) derler ya işte ondan. Bir de size sorayım dedim, sahi siz ne düşünüyorsunuz Sezer hakkında? Not: Nuh Gönültaş’ın yazısının linkini aşağıya veriyorum demek isterdim fakat beceremedim, yazının tamamını kopyalıyorum. Umarım beni affedersiniz…”Sorumsuzluğun bu kadarı”Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in sessizliği, belki de bu sessizlikten kaynaklanan yalnızlığı, bu yalnızlıktan kaynaklanan icraatsızlığı, Türkiye için hayati önemde olan olaylarda bile çıkıp tek kelime etmeyişi, tek parti dönemi devlet adamı kişiliğini yansıtan zihniyeti ile O; bize hep karşı çıktığımız, ikinci defa Cumhurbaşkanı olmasın diye yazıp durduğumuz, yeter artık babalarımızı yönettin, bizi yönetiyorsun, çocuklarımızı da mı yöneteceksin diye diye köşesine çekilmeye zorladığımız Süleyman Demirel’i dahi arattı ya… Demirel’e karşı çıktığımız için bizi pişman etti ya… Ankara şu günlerde Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’e verilen avansın dolması, üzerinden de aylar aylar geçmesinden sonra “Süleyman Demirel’e karşı çıktığım için o kadar pişmanım ki” diyen gazeteci-yazarla dolu. Kime sorarsanız sorun, Cumhurbaşkanının performansı ile ilgili hep “of… o konuyu açmayalım, hayatımda yaptığım en büyük hatalardan biri Süleyman Bey’e karşı çıkmamdır” diyor. Cumhurbaşkanı Necdet Sezer ile Başbakan Tayyip Erdoğan görüşmüyormuş! Başbakan ülke sorunları ile o kadar meşgul ki, kendisi uyku dahi uyumazken, Cumhurbaşkanı köşkte sakin bir hayat yaşıyor. Fahri Korutürk bile daha aktif bir cumhurbaşkanıydı. Sonra neden görüşsünler ki? Arkasında halk desteği olmayan Cumhurbaşkanı, arkasında halk desteği olmayan bir gazeteden okuduklarını Başbakan’a iletip, jakoben tavırlar sergilesin diye mi görüşecekler? Görüşmelerde ne yapacağı nasıl davranacağı önceden kestirilemeyen bir Cumhurbaşkanı’nın tıpkı Bülent Ecevit ile meşhur görüşmesinde olduğu gibi Anayasa kitapçığını başbakana doğru gönderip 5 milyar dolarlık bir ekonomik krize daha yol açsın diye mi görüşsünler? Bu açıdan görüşmemeleri görüşmelerinden daha iyi oluyor! Bir dostum, “Türkiye’nin Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde başlayan ve Demirel’in devam ettirdiği özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkisi neredeyse bu Cumhurbaşkanı döneminde bitti” dedi. Cumhurbaşkanlarını izleyen gazeteciler, Özal’ın, Demirel’in neşeli, haber dolu, Türkiye için müjde dolu gezilerine katılan yazarlar, Necdet Sezer’in üslubuna alışamadılar. Aslında ortada bir “üslup” da yok ya. Nezaketsizlik olmasın diye böyle diyorlar. Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin “Sezer’i izlemenin dayanılmaz yalnızlığı”nı kaleme aldığı bir yazısında “Sezer’i temasları sırasında izlerken karşınızda size son derece kapalı bir Cumhurbaşkanı buluyorsunuz” diyor ve yazısını “Adını koyalım, sorun Cumhurbaşkanı’nın kapalılığından kaynaklanıyor” diye devam ettiriyor. Aslında işin sırrı bu “kapalılık” sözcüğünde. Cumhurbaşkanı sadece gazetecilere değil, halka, halkın büyük bir çoğunlukla seçtiği Başbakana, TBMM’nin iktidar ve muhalefetiyle birlikte çıkardığı yasalara, Avrupa Birliği’ne, Amerika Birleşik Devletleri’ne, Türki Cumhuriyetlere, Ortadoğu’ya ve Balkanlara da kapalı. Bu kapalılığın bir karakter ve üslup meselesi olmaktan daha başka sebeplerle açıklanabileceğini düşünüyorum. Hatırlıyorum da, Demirel Cumhurbaşkanı iken ABD Başkanı Clinton Türkiye’ye gelmişti. O zaman Anayasa Mahkemesi başkanı olan Necdet Sezer Demirel’in Clinton onuruna verdiği yemek davetinde kendisinin birkaç sandalye geriye atıldığını bahane edip yemeği terk etmişti. Biz o zaman bunun bir “protokol tavrı” olduğunu düşünmüştük. Yanılmışız, bugün anlıyoruz ki, böylesi “kapalı” kişiler böylesi sosyal ortamlardan uzaklaşabilmek için böylesi bahanelere sığınırlarmış! Türkiye, O Cumhurbaşkanı olduktan sonra gerek içinde gerekse çevresinde büyük olaylar, savaşlar, krizler yaşadı. Bütün bu olanlar olurken, O’nun akılda kalan bir sözün, bir icraatını hatırlıyor musunuz? Sezer’in Cumhurbaşkanı olmasını isteyen birisi olarak tam bir sükut-u hayal içindeyim. O’nunla ilgili, sırf Demirel gitsin diye yazdığım bütün olumlu kelimelerimi büyük bir sessizlikle geri alıyorum. Süleyman Bey’den ise özür diliyorum. Her ne kadar Özal’dan sonra Demirel bu ülkeye az gelse de, Demirel’den sonra Sezer’e, hem de bu Avrupa Birliği sürecinde 4 yıl daha mahkum olmak… Kimbilir belki de yanılıyorum, Cumhurbaşkanı Anayasa’daki “Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğu” ilkesini hukukçu kimliği ile böyle yorumladığı için böyle davranıyordur. Ama sorumsuzluğun bu kadarı da fazla değil mi?10 Temmuz 2003 Dünden Bugüne Tercüman