Sonlardan Biri
Kapı çalındı, gittim açtım kapıyı. Gelmişti işte. Sadece sen mi görmek istersin herkese görüneyim mi?, dedi. Herkese, dedim.Gördüler. Kim, dediler. O, dedim, o işte! O sandılar. Halbuki bu O, sandıkları O görünümündeki diğer O idi…Dudaklarından dökülen ömrümün son hecelerine verdim tüm dikkatimi. Heyecanlı değildi. Bıkkın bile sayılabilirdi. Sıradan bir işi yapıyordu. Sıradandım işte… Hatta teklifsizce geçti oturdu. Sormaya gerek bile yok-tum işte! Sofraya oturmayacağını söyledi. Perdenin önündeki koltuğa geçti oturdu. Aslında ben pencerenin diyecektim ama O, perdenin önündeki koltuk dediği için perdenin önündeki koltuk diye kayda geçti. Ben yine sofradaki yerimi aldım, deneme filmi çekilecek amatör oyuncuyum şimdi. Ama değilim, en ciddi rolümü oynayacam. Herkes bekliyor. Kapı çalmadan önce bir şiir bitmişti. Yoruldum yakalanmazı kovalamaktan… gibi bir şekilde bitmişti. Şimdi tüm sazlar benim sesimi bekleyen bir aşık. Her bir saz bir köşe başında, saatine bakıyor. Derken tenha bir köşesinden sızıyorum şarkıya, usul usul su olup akıyorum. Süzüyorum sesleri aslında biriktirdiklerimden süzüyorum. Sanki yine söylemem gerekirmiş gibi, sanki bu son şarkı değilmiş gibi. Hala biriktiriyorum. (Son ana kadar herkes hep bir şeyleri biriktiriyor, oysa son kullanma tarihi sadece tüketim mallarına ait değil işte!) Derken bir ırmak taşıyor, kıyıdaki taşları alıyor içine, katıp sürüklüyor. Ses çatallaşıyor, gürleşiyor. Kulaklara nakşediliyor, suyun sesi. Her şey bir tortu bırakıyor gerisinde, en üstte kalan her zaman ayrılığın tortusu, sebep ister ölüm olsun isterse(……) Suyun sesine karışıyor sesim. Söylediklerim benden uçup gidiyor. Bir önceki dörtlüğü söyledim mi,şarkının böyle bir dörtlüğü var mıydı? Her akıttığım dörtlük ilk dörtlük, her dize ilk, dudaklarımdan dökülen her hece ilk hecem. Sondan bir önceki dörtlüğe geliyoruz hep beraber, bunu yüzlerdeki ifadeden, bunu sesimin kelimesiz kalmasından biliyorum. Sadece bir şarkıyım şimdi, sondan bir önceki dörtlükteyim. Son dörtlüğüm yazılmamış. Son dörtlüğüm olacaktı, vardı; bunu az önce sondan bir önceki dörtlüğümdeyim dedirtmesinden biliyorum. Nöbetçi Acele son dörtlük yazılır-cıyı bulmak gerek. Yazdırmak, şarkıyı soğutmamak en önemli görev şimdi.
Dememle, şarkının sondan bir önceki dörtlüğünün sırtından inip, O ve onları orada -Onu perdenin önündeki koltukta, onları şarkının dörtlüklerinin üzerini tamamen kapladığı masanın etrafında bırakarak- kapının koluna asılarak, kendimi dışarı atarak, merdivenlerden aşağı bir yılan gibi kıvrılıp akarak kendimi sokaklara vurmam, boş yollarda önceden bıraktığım izleri takip ederek, simgeciyi elimle koymuş gibi orada, işinin başında dalgın,yorgun, bakışları tamir ettiği saatte, dalışları dününde bulmam bir oluyor işte. Simgeciye vardım. Kapının tokmağını tıklatarak,gir sesini duyduğumu varsayarak,aradığımı burada bulacağımı düşünerek,bir büyük eşikten geçtiğimi hissederek içeri girdim.Sizde,dedim,tüm simgeleri anlamını yitirmiş bir hayatın simgesi bulunur mu? Sonra, hayır dedim, bu olmaz ,biliyorum dedim. Aslında sana, son dörtlüğü yazılmamış bir şarkıya son dörtlük siparişi vermek için geldim, dedim. Otur dedi, tabureyi göstererek,kaşlarını kaldırarak. Malzemeleri saymamı istedi, bunu nerden anladım nasıl istedi, bilmiyorum. Başladım saymaya son görevini yapmaya çalışan bir ölü yakını edasıyla. Bir yol dedim, araba dedim, sevdiği türkünün adını söyledim. Bir kaza dedim, intihar değil asla, dedim. Bir de telefon olursa çok iyi olur, dedim. Çekildim kenara, son dörtlüğümü yazacak adama alıcı gözüyle baktım bir daha. Oldu bu iş bu defa dedim. Son dörtlük, yetebildiğim son sesin, son perdesine varacak. Varabilecek, sonrası yok.Dahası, ötesi olmayacak, dedim. Sonlardan bir son olacak işte, hepsi bu! Dedim.
Otobüsün arka taraflarındayım. Ayaktayım. Beni ayakta tutan şeyin otobüsün hareketi olduğunu bilmesem, gözlerimi camından hızla geçen binalardan, evlerden, içindeki insanlardan ayırabilsem, otobüsün hızla hareket etmesiyle boşlukta bir süre asılı kalıp, sonra otobüsün arka camına yapışan yolcu düşüncelerinden, kelimelerinden, ahlarından vahlarından, keşkelerinden, maaşlarından, taksitlerinden, karşı cinslerin bakışlarından çekinip uzaklara bakışlarının yarattığı karmaşadan zihnimi sıyırabilsem diyeceğim şu ki: ben bir şarkıyım dillerde, söyleniyorum. Sondan bir önceki dörtlükteyim, son dörtlüğüm yok. Gözümün usulca dokunup kaçtığı, sadece istemeden bakabildiğim, göremediğim için içimin yandığı dünyayla, durduğum nokta arasında gerilen bir bağ gördüm, ip mi desem halat mı desem, benim urganım yoksa bu mu desem, o ikisi arasındaki adını koyamadığım, dilime gelmeyen şeye asılsam, tüm hayatımın üzerinden tersine doğru bir defa daha geçsem, derler ki; ölmeden önce insanın hayatı gözlerinin önünden film gibi geçermiş. Derler. Ben diyemem, sadece, öyle değil, derim belki. Otobüs beni alır götürür, sonlardan bir sonun yazıldığı diyara. Alır götürür de sonbaharın son yapraklarına savurur. Savurur da beni rüzgarda yitirir. Yitirir de yitirir. Islak yeşilin tadına varamadan ömrümüzden geçirir. Dedim.
Dedi, başlasın sonlardan bir son. Herkes çekilsin kenara, gözyaşları dışarıda kalsın, hüzünler, ayrılıklar kalsın. Başlasın, en tam son. Nefesin yettiği son heceyle biten şarkı başlıyor!
Ben artık çıktım benden, kendinden geçilen yerdeyim belki. Dolanıyorum, iki kelam ediyorum, selam alıyorum. Gülücükler veriyor, tatlı sızılar bırakıyorum bilenlerin kalbinin kıyıcığına. Ve görüyorum.