Başkent, korku verici bir düş görüyordu… Bahar bile, bahara benzemiyordu…
Kentin yeni makyajı ; Muhafız askerlerin tüfekleri ve sıra sıra dizili tanklardan ibaretti…
Gri ve haki tonları hakimdi şehre…
Kimilerine göre, kaybedilmiş umutları yeniden bulmak için boyun eğmek ve susmaktan başka yol yoktu…Ah’larla vah’ların birbirine karıştığı başkentte bir iç kararması ile bütün duygular ve canlılık bir gecede ucup gitmişti adeta….

Tutuklu “bakan”,, bütün gücünü topluyor,korkusunu yenmeye çalışıyordu. Askeri bir okulun, sınıftan bozma odalarından birinde kilit altındaydı. Duyabildiği sesler, koridorlarda koşuşturan askerlerin ayak sesleri ile bahçeden gelen kedi miyavlamalarıydı…
Bu işin nereye varacağını kestiremiyordu. Ailesi, dostları, partili arkadaşları, halk ne durumdaydı?…Bu apaçık bir yenilgi demekti, bir yüz karasıydı…Bundan böyle , onu herkes , alçak, kalleş, görevini yapmamış bir adam sayacaktı…
“ Allah belasını versin!” diye söylendi, ne yapmalıyım diye düşündü…Elleri titriyor, gözlüklerini çıkartıp yeniden takıyor, sanki durmadan terliyormuşçasına alnını ve yanaklarını siliyordu…Yorgun damarları yüzünden olsa gerek,yürümekte zorluk çekiyordu…Yüzüne ıslak bir havlu tutarak odada bir süre dolaştı durdu…
Daha bir gün öncesinin , söz sahibi adamı; Her kapı gıcırtısı, her ayak sesi, anahtarın kilit üzerindeki her dönüşü ile irkiliyor, silinip gideceğini, bugüne kadar kazandığı ne varsa hepsini kaybettiğini düşünüyordu…Koridordaki, postal seslerine kulak kesiliyor, kapıların açılıp kapanışı ile evreni paramparça oluyordu adeta…
Olan olmuştu artık; Alın yazısının kendine yardımcı olmasını beklemekten başka çaresi yoktu… Gözyaşları, kırışan yüzünden dudaklarına dökülüyor, onları ıslatıyor, hıçkırıklara boğuluyordu…
Odası “mayıs” sıcağına rağmen serin sayılırdı. Masa, sandalye ve ranzanın dışında hiçbir şey yoktu. Kişisel eşyası olarak ta evinden alındığı gece, yanına alabildiği küçük valizi…
Yüzüne yeniden, ıslak havluyla kompres yaptı, ranzanın köşesine ilişti, odayı yeni görüyormuş gibi çevresine bakındı…
Kapı kilidinin dönmesiyle gözlerini kapadı, ellerini karnının üstünde kavuşturdu, nefesinin daraldığını hissetti…
Gelen nöbetçi subaydı…Tutuklu bakana bakarak özenli bir nezaketle,
“ Günaydın efendim! Ben teğmen………., kapıda görevliyim, bir isteğiniz olursa çekinmeden seslenebilirsiniz.”
Tutuklu, solgun ve bitkin görünüyordu. Şıklığı,halsizliğini ve mutsuzluğunu örtmeye yetmiyordu. Karşısındaki askere önce dik dik baktı,derin bir iç çekti. Toparlanmaya çalışarak,
Günaydın teğmen” diye kekeledi.İskemleye oturdu,nöbetçi subaya yan gözle bakarak,
“ Teğmenim ! İzniniz olursa birkaç sorum olacak.”
Genç teğmen, karşısındaki bu hayaletsel görünümlü adamı dikkatle süzdü. Onu tanıyordu ve devrilen hükümetin en önemli bakanlarından biri olduğunu biliyordu. Teğmen, ilk bakışta kendisini ürküten “bakanın” solgun yüzüne alışmıştı. Şimdi ise bu önemli adamın çekiciliğine kaptırmıştı kendini…Saatine baktı; Yediyi otuz beş geçiyordu. Nöbetinin bitimine otuz dakika vardı…”Bakan’ın “ sorusunu başıyla onaylayarak,
“ Evet! Tabi sorabilirsiniz” dedi…
“ Teğmenim,bizler burada ne kadar kalacağız bilginiz var mı?”
“ Bunu bilemem efendim”

“bakan” sinirlerine hakim olmaya çalıştı Alçak bir ses tonuyla,
“İnanılır gibi değil!…Temiz havaya çıkamıyorum,gazete yok,dış dünyayla tüm bağlantımız kesik…Ben kanun kaçağı mıyım?…Bana hemen gazete getirmenizi istiyorum! “
Teğmen, bakanın emredici tonda söylediği bu sözleri,kararlı bir ses tonuyla yanıtladı,
“ Şu an için böyle bir şey imkansız,siz tutuklusunuz! “
Bakan, asker üstünde psikolojik bir baskı kurmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. Fazla ileri gittiğini düşündü,
“ Haklısınız teğmenim!…Özür dilerim,zırvalıyorum bağışlayınız!
Teğmen;
“Emirler böyle efendim, inanın !”
Tutuklu bakanın soruları, katı, soğuk ve dokunaklıydı. Yanıtını alamayacağına inandığı bir başka soruyu da sormadan edemedi,
“Ha! Bir de ailem ne durumda,onlarda tutuklu mu?”
Teğmen,
“ Sanmıyorum !”
“ Peki! Onlarla görüşmemize olanak sağlanacak mı? Kabine arkadaşlarım, başbakanım, parlamenterler neredeler ? “
Teğmen’in yanıtı katı ve soğuktu,
“Bilmiyorum efendim!”
Bakanın, gözlerinin çevresi kararmış, dudaklarının uçları kırışmıştı. Sıcaktan bunalmış gibi gömleğinin yakaları açıktı…Gözlüklerini düzeltti, kravatını çözer gibi ellerini yakasına götürdü, kravatının olmadığını hatırladı. Odaya kapatıldığı sırada , güvenlik gerekçesiyle almışlardı…
Tekrar, teğmene dönerek
“ Anladım teğmenim! Üstleriniz kararlı değil mi?…Er ya da geç bizi asacaklar !…”
Teğmenin yanıtlamasına fırsat vermeden genç subaya gülümseyerek,
“Siz daha çok gençsiniz,şunu bilin ki;Hayat rastlantısal zarlarla doludur…Bizim başımıza gelen de bunlardan biri olmalı ne dersiniz? “
“…………………….”
Bakan, duygusal ayrıntılar üzerinde durmayı sevmeyen bir adamdı…Ya da , öyle görünmek istiyordu…Bu konuşmaya son vermek istediğini anlatmak ister gibi yerinden kalkarak yatağına yöneldi, yutkundu, dudağını siler gibi yaptı ve,
“Teğmenim,son bir soru “ dedi
“Bulunduğumuz oda kaçıncı katta?”
Teğmen,
“ Üçüncü kattayız!”
“ Sizin nöbetiniz ne zaman bitiyor?”
Teğmen saatine baktı,aşağı yukarı on dakikadır tutuklunun yanındaydı…Kapıya yönelerek bakanın sorusunu yanıtladı,
“ On beş dakika sonra,arkadaşıma devredeceğim” diyerek odadan çıktı ve kapıyı arkadan kilitledi…