bildirgec.org

sabah hakkında tüm yazılar

Bende Geldim!

suzani | 17 August 2007 18:12

Merhaba arkadaşlar ben sitenize yeni üye oldum.Tesadüfe bakın bugün 17 ağustos sabah ilk aklıma gelen 8 yıl önce bugün Gölcük’te yaşadıklarım oldu.Biz kurtulduk ama yıkılan binamızın enkazında kalan onlarca komşumuz vardı.Korkunç bir manzaraydı ve en acısıda hiçbirşey yapamıyor olmamızdı.Daha güzel yazılarda buluşmak üzere Hoşça kalın.

Bu Sabah

the silent enigma | 17 August 2007 15:57

Ruhu en derin yaralarından birini almıştı bu sabah. Apansızın vuruluvermişti. Hiç beklemiyordu. Yutkundu, ama gitmiyordu. Yutamıyordu en derin acısını. Yutsa bile midesine oturacaktı adı gibi biliyordu.
Birileri adını söylüyordu. Derinden geliyordu ses. Hemen elinin tersiyle kızarmış gözlerini sildi ve üçer beşer merdivenler inmeye başladı. Anneannesi mutfakta onu bekliyordu. Yaşlı gözlerini farketmesin diye anneannesinin gözlerine bakamıyordu. Gözlerini kaçırdı. Kadın ellerini önlüğüne sildi. Sanki suretinden ruhunun derinliklerini görebilecekmiş gibi ona baktı derin derin. Tam konuşmak için derin bir nefes almıştı ki, sustu. O da yuttu. Arkasını döndü hızlı hızlı bulaşıkları yıkamaya başladı.
Bundan artık gidebileceği yorumunu çıkardı. Uzaklaştı mutfaktan, dış kapıyı açtı ve nereye gittiğini bilmeden yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu, belki de en yakın arkadaşının ya da komşu annesinin yanından geçti, ama görmedi. Büsbütün kör olmuştu o günden beri.
Sana âşık olabilirim, demişti ona. O da ben de sana, demişti. Gülmüştü çocuk. Ne gülüyorsun diye paylamıştı bir güzel çocuğu. Sonra sanki bir daha birbirlerini görmeyecek gibi konuşmuşlardı. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün… Günler birbirini kovalamıştı ve çocuk dediği gibi âşık olmuştu ona. Onu hapsetmişti aşkıyla. Ondan habersiz dışarıya çıkamıyor, uyuyamıyordu bile. Mesajlarına yarım saat geç cevap yazsa küsüyordu çocuk. O her zaman çocuk kadar yakın davranamasa da, içten içe sevmeye başlamıştı çocuğu. Büyük bir beğenisi yoktu çocuğa aslında, ama kafaları çok uyuşuyordu. Bir de bu kadar bunaltmasaydı ne kadar güzel olurdu.
Günler günleri kovaladı. Esareti daha da artmıştı kızın. Her gün beni sevmiyor musunlarla karşılaşmaktan boğuluyordu. Tam bir sevgi arsızıydı çocuk. En küçük aksilikte bile fırtınalar koparıyordu. O gece sabahlara kadar ağladı kapısında. Anneannesi uyanacak diye ödü kopmuştu. Camdan izlemişti çocuğu, boğazında bugünküne benzer bir düğüm, ağzında acı bir tat vardı. Sonra kalktı ve gitti çocuk. Arkasından bakakaldı o da.
Günler günleri kovaladı. Onun telefonu çalmaz, kapısına kimseler gelmez olmuştu. Ne olduğunu anlamadı. Aradı, açmadı çocuk. Mesajlar yazdı, cevap bile vermedi. Bir anda yer yarıldı, yerin dibine girdi sanki. Halbuki o kadar emindi ki kendisini sevdiğinden. Ama yanılmıştı demek ki…
Günler günleri kovaladı. Yanından telefonunu bir dakika uzak tutmuyor, sürekli ekrana bakıyor, belki yanlışlıkla görmemişimdir diye sürekli mesajlarını kontrol ediyordu.
Sabah ansızın, apansızın acı bir ses içini üşüttü. Terk edilmemek için, terk etmişti çocuk, evleniyordu…
O sabah, bu sabahtı. İkinci defa bir erkek bir daha gelmemek üzere terk etmişti onu. biri doğduğu gün babasıydı, diğeri de terkedilmemek için terkeden o çoucuktu.
Bu sabah onun doğum günüydü.

SERBEST-İ SERENCAM THE HEADBEST!

| 15 August 2007 09:16

şehrin kanlı gürültüsü paçalarımdan akıyordu.
içine çekmeye çalışsa da şehir beni, jimi hendrix’in yırtıcı sololarını sümkürüyordum her tarafa.
sahtekar bir dilencinin önündeki plastik kaseye elli kuruş attım aletimin glansının sadakası niyetine…
iç bayan bir dua repertuarına başlarken topukladım.
ciğerine osurduumun dünyası!

kentli, meslek sahibi, batı kültürüyle donanmış sözde elit
tabakanın kasıntı karılarıyla bindim vapura…
işe gidiyorlar…
ikinci sınıf mevkiye girdim. orası tenha.
kanepeler tahta.
elit tabakaya mensup olduğuna iman etmiş bir hatun da girdi ikinci mevkiye.
belli ki, yeni ayakkabısının arkası topuğuna jilet atmış…
koyu güneş gözlüklerinin ardına sakladığı gözlerindeki
acıyı göremedim ama diet yapan vücudu
s.o.s. veriyordu.
çaprazıma, cam kenarına oturdu. başını kokmuş, rengi bok rengine dönmeye azimli denize çevirdi.
bütün bakışların üzerinde olduğunu sanıyordu besbelli.
en azından ben dikmiştim bütün organlarımı üzerine.
bir aydır cins-i latif tatmamış vücudum ufak bir dalga
hareketinde testisten boşalırcasına sulu semen yağacaktı…
bizimki, bacak bacak üstüne atmasın mı…
yırtmaçlar kırlangıç olmasın mı…
sivri uçlu tornavida ayakkabısının altında beyaz fiyat
etiketi görünmesin mi…
bu da yeni bir moda mı ne! etiketler sökülmüyor…
göstergeler imparatorluğu…
mishima barthes el ele!