üç noktalı cümleler yazmak istiyorum yine, ama vaktim çok yok. insan, arasıra kafasına takılan şeyleri bir yerlere yazarak kafasını biraz boşaltabiliyor. günlükleri bu yüzden seviyorum.

bu yüzden de kısa bir hayat özeti yazıyorum yine: – “karabasan arkadaşım”la karşılaştım yine. böyle bir ismi başka kimsenin birisi için kullanabileceğini sanmıyorum; çünkü her kullanışımda bana da hâlâ garip geliyor. anlamına gelince: yurtta kaldığım o depresif günlerde (10 yıllık o sürenin 8-9. yıllarında sanırım) geceleri uyuyamaz olmuştum. çünkü nedenini bilmediğim bir sebepten, karabasan tabir edilen “şey”(ler) musallat olmuştu ve okulu da epey kötü etkiliyordu bu durum. geceleri uyuyamıyordum. uyuduğumda ise, üzerimde tahminen 200 kiloluk görünmez bir sumocunun ağırlığıyla uyanıp çıkmayan sesimle yardım istiyordum. kimseler duymuyordu. çare olaraksa, gündüz uyuyup akşam uyanık kalmayı buldum. epey idare ettim bu şekilde. bu yönteme başlamadan önceyse, gece gelen karabasandan sonra sinirlenip yataktan kalkıyordum; sigaramı, gitarımı, ders notlarımı alıp koridorun başındaki masaya geçip gün doğuşuna kadar vakit geçiriyordum küfrederek. yalnız dikkatimi çeken şuydu ki, o masada tanımadığım bir genç daha oturuyordu. başlarda soğuk davrandık birbirimize. derken bir gece (atıyorum 04.00 sularında) sordu “ne işin var bu saatte her gece burda?” diye. – “inanmazsın söylesem de” dedim. güldü, “inanırım” dedi. – “hoca, gülersen uçarım ama bak. anlatıyorum.” deyip anlattım hayali arkadaşları. sordum sonra, “sen ne geziyorsun peki bu saatte?” diye. o da güldü: – “aynı nedenden!” epey güldük orda. sonra epey gün doğuşu izledik karabasanlara küfrederek. takip eden günlerde derslerimi epey kötü etkilediğinden çözüm yolu aradım, ve psikolojik olduğunu farkettikten sonra bir daha böyle bir sorunum olmadı. ama hâlâ aklıma geldiğinde gülerim. geçen gün metroda karşılaştık kendisiyle. yanında bir eleman daha vardı. biz yine eski günleri anlatıp güldük, yanındaki de bizlere “pathetic loser” bakışı fırlattı, ifrit oldum. yine de güldüm.