Türkiye ile Almanya arasındaki birçok Avrupa ülkesinden çok daha eskiye dayanan ve yadsınamayacak kadar güçlü bir işbirliği var. Ne de olsa “Alman yenilince biz de yenik sayıldık” daha ilkokul sıralarında Birinci Dünya Savaşı’nın naif bir sunumunu yapan tarih derslerindeki sonuç buydu. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük bir yenilgi ile çıkması ülkenin demografik yapısını olumsuz yönde etkilemişti. Almanya genç nüfusunun büyük bir kısmını bu savaşta kaybetmişti. 60’lı yılların başında Almanya’nın gerçekleştirdiği Türk işçi alımı iki toplum arasındaki ilişkiler için yeni bir çığır açmıştı. Almanya’ya göç eden aileler bugün aralarında İsmail YK’dan Fatih Akın’a kadar ilginç bir kültürel çeşitlilik içeren kuşaklar ortaya çıkmasını sağladılar. Zaman zaman ırkçı eylemlerin hedefi olan Türkler bugün Alman siyasetinde söz sahibi oldular. İki toplumun birbirine bakışı zaman içinde olgunlaştı ve yeniden şekillendi. “İSTANBUL – Meeting of Souls” belgeseli bu değişen bakış açısının belki de son ürünü. Augsburg’lu bir genç olan (henüz 23 yaşında) Michael Hehl’in yönettiği belgesel oldukça yalın ve oryantalist olmayan bir bakış açısı ile İstanbul’u farklı bir bakış açısı ile ele alıyor. Belgesel büyük bir ihtimalle ülkemizde gösterime girmeyecek. Ama yönetmen katıldığı festivaller ve gerçekleştirdiği özel gösterimlerle filmini daha çok seyirciye ulaştırmayı planlıyor. Michael Hehl ile kendisi ve belgeseli üzerine konuştuk.

Michael Hehl
Michael Hehl

Seni yönetmen olmaya iten neydi?

Film, çocukluk yıllarımdan bu yana ilgimi çeken bir konu olmuştur. Yani bu benim için bir bakıma hareketli resimlere olan sevgi, öteki bakıma resimlerle insanları heyecana sürükleyecek bir öykü yaratmaya provoke edilmek. Birde çekilmiş olan resimlerin sonuçta uyumsuz olmaları korkusuna karşı süregelen mücadele eklenebilir. Film çekmek, yaşamı bir parabol olarak eklemeye benzer. Benim için iyi bir film, iyi bir rock müzik parçasına benzer: parçanın akortları birbirine öylesine uymalı ki, dinleyicinin duygusal seviyesine inilebilinsin. Film çekiminde ise öykü, resimler ve özellikle oyuncuların sergilediği oyun birbirlerine öylesine uymalılar ki, seyirci etkilensin. Beni filme bağlayan en önemli nokta da, oyuncularla beraber çalışmak, çünkü onlar filmin kalbini oluşturuyorlar ve seyircilerin onların aksiyon ve gösterilerine inanabilmeleri gerekiyor. Bütün bunları oluşturmak ve ortak bir çalışma haline getirmek beni her defasında tekrar heyecanlandırıyor.