Kadın yürüyor. Dalgın mı dalgın… Sanki birsüreliğine yitirmiş belleğini. Herşeyin anlamını unutmuş. Bilinmezlerle dolu bir dünyanın ortasında yapayalnız… Yürüyor durmaksızın.Önüne rastlayan banka bırakıyor kendini. Hafızasına yeniden kavuşmak istercesine bakınıyor çevresine. Korktuğu kadar yabancı gelmiyor neyse ki gördükleri. Her gün içinden geçtiği park, evinin balkonuymuşçasına tanıdık… O zaman anlıyor işte, hissettiği yabancılığın çevresinden kaynaklanmadığını. Hayır, hayır… Mesele yabancılık da değil. Tanıdık olan yüzlerce şey arasındaki belli birşeyden ‘kaçış’…’Neden kaçıyorum ben?’ diyor, bu sefer gerçekten yabancı birşeyle karşıkarşıyaymışçasına. Soruyu sorduğu parçası, gerçekten de yabancı.. ‘Ne zaman tanıdık oldu ki zaten?!’ diye geçiriyor içinden. ‘Her zaman bir yabancıyla içiçe değil miyim ben?’Şimdi de bu yüzden bu kadar yorgun… Yığılırcasına bırakmış kendini bankın kucağına. Kendinden çok bir tahta yığınına emanet etmiş bedenini. Çünkü ne zaman varlığını duysa içindeki yabancının, kaçmak zorunda…

Ne zaman başladığını bilemediği bir sohbetin ortasında buluveriyor kendini bir süre sonra. Kız hangi ara yaklaştı yanına, bankın köşesine ilişti, hatırlamıyor. Öylesine söylenen biriki söz… Bir bankı paylaşıyor olmanın zorunlu kıldığı iletişime bir parça sıcaklık katma çabası…