Polisiyenin bir alt türü olan Kara Roman’larda amaç suçu ve/veya suçluyu araştırmak, soruşturmak, aydınlatmak değildir. Klasik polisiyelerden farklı olarak Kara Roman’lar suçun üzerindeki gizemden ziyade başka bir şeyle ilgilenir, çok daha derinlerden beslenir: insanın karanlık yüzünden.

Kara Roman’lar ile klasik polisiyeler arasındaki bu fark sebebiyledir ki suçluyu kovuştururken duyduğumuz heyecan, olayı çözümlerken analitik düşünebilme yetimizi sınamayla gelen tatmin, (nihayetinde cinayet de olsa) suçlunun zekice planladığı eylemin takdiri üzerinden insan zekasını yüceltme, yerini insanı suça iten sosyal, ekonomik ve psikolojik sebepleri resmetmeye bırakır. Bu nedenle daha kitabın başında olaya şahit olmamız, katili iş başında görmemiz bu türün aşinalarınca hiç de yadırganmaz. Klasik polisiyelerde dedektifin gözünden olayların aktarılması (yorumlanması) teknik bir zorunluluk iken, Kara Roman’larda dedektifin varlığını hissetmeyiz bile. Bir gün bizimde başımıza gelebilecek bir kırılma anı, öncesi ve sonrasıyla küçük fırça darbeleriyle aktarılırken düşünürüz: bunların benim başıma gelmesini engelleyen şey ne? Popüler deyimle, bir cinnet geçirmeyeceğimizi kim söyleyebilir? Ya da ekonomik sebeplerden ötürü toplumun aşağı katmanlarından sıyrılamayan bir adam, daha fazla direnemeyip “kendini bırakıverirse”, çizginin öte yanında nasıl bir “şey”e evrilecektir? Birebir cevabını ver(e)mese de (çünkü bunun cevabı değişkendir) Kara Roman’ların asıl ilgilendiği husus budur. Varsın krimonolojik koşuşturmacalar diğer polisiye sayfalarında alsın başını gitsin…