Yemin ediyorum; o an tek ihtiyacımız, tuvalete gidip mekanda olanların dedikodusunu yapmak ve biraz nefes almaktı. Nitekim, içeri daldığımızda kapının dışından uğultu ile karışık duyduğumuz müzik sesi ve kahkahaların yanısıra, kadınlar tuvaletinde de sohbetin fena gitmediğini hemen anlamıştık… Bizim gibi, diğer birçokları da kadınlar tuvaletini amacına hizmet etsin diye değil de, sanki orayı sohbet odasıymış gibi kullanmaya gelmişlerdi. Önce içerideki kızların etrafa bakışlarını süzdük. Ne de olsa bizden duyacaklarından ve malzemeyi erkek arkadaşlarımıza bir sebepten taşımayacaklarından emin olmamız gerekiyordu. Zaman kötüydü. Neme lazım! Birçok şeyi kollamak gerekiyordu. Değil mi ki bilgi hırsızlığı yüzünden şirketler bile batıyordu, hele bir de ilişkiler batmayagörsün!

İçeride cadalozların önde gidenleri de yok değildi hani… Aynaya doğru eğilip kendi makyajını kontrol eder gibi yapıp, bakışlarını kendi yüzünden daha çok ayna yardımıyla gerisinde duran kızların kıyafet ve suratlarına diken bir iki tip dışında, birbirlerinin çizmesine, kemerine veyahut saç rengine yapmacık iltifatlar eden birkaç başka tip de mevcuttu, tabii gözler fıldır fıldır her daim, orası ayrı… Konuşurken ve saçının bir kısmını eliyle geriye savururken mesela üzerimdeki bluzun parlak pullarını sorsan sayısını tam tamına söyleyecekmiş gibi dikkatle bakan, pardon(!) süzen o gözlerden her türlü kem bakışı beklemek mümkündü o an. Bu tür durumlarda kadınlar tuvaletinden çarpılmış vaziyette çıkmamak için en iyi taktik konuşurken o kem bakışları fırlatan gözlere direk bakmak ve o bakışları kendi gözlerinde eritmek olurdu. Denemeyle sabit; işe yaramayan tek bir sefer bile olmamıştı. Fakat bunun için, her iki tarafın da yeterince içmemiş olması, asgari şart sayılırdı.