Serseri adımlar, siyah içki poşetlerinin, belediyenin park kenarına geçenlerde diktiği menekşeleri korkutan bir hızla dönüp dönüp geceye yükseldiği dar yolda, uzaklaştılar. Menekşeleri bir endişe almıştı sanki. Karanlıktı. Sırtları bana dönük, kulaktan kulağa bir şeyin, belirsiz bir şeyin, yalnız menekşelerin hissedebileceği bir kehanet belki de, ne ise, yaklaştığını fısıldıyorlardı birbirlerine. 10-15 adım solumda, Kameriye Kafe’nin karşısındaki parkta, köklerindeki titreyişle, tek kelimeyle, çiçektiler. İmgelerin kesin ölüm saatini yazan rüzgar vardı bir de ve sinirli bir anına denk gelmiştik. Sigaramı attığım gibi, aldı, paramparça edip, ucundan dağılan korları savurdu alt caddeye dönen sapağa kadar. Etraf sessizdi bir süre ancak sonuna kadar tatmin olmuş, boş, verimsiz bir otobüs sesi deldi ansızın her şeyi. Delip geçti. “Havada uçuşan kara maddelerdi belki karşılığı olmayan” diye ilk mısra… sonrasını kıvıramadım… Her şeyi için çok geç diye geçirmek için içimden, bir boşluk, altı çok noktalı bir defter yaprağı vardı sanki. Kenarı bin bir çeşit alkole maruz, büzülmüş ve kırışmış bir yaprak. Ben orada olsam ağlardım ama değildim neyse ki… yani… tam olarak değil.