Yine o deli eden su sesi. Kafamın tam ortasına düşüyordu sanki ve bir süre sonra gerçekten dayanılmaz oluyordu. Müziğin sesini yükseltip duymamaya çalıştım, olmadı. Benimle alay ediyordu. ‘ Şıp, şıp, şıp. Benden kaçış yok. Şıp, şıp, şıp. Beynini deleceğim senin. Şıp, şıp, şıp.’ Contayı defalarca kez değiştirmeme rağmen nasıl bu kadar kısa sürede eski performansına dönebildiğine anlam veremiyordum. Lavabonun içindeki kirli tavanın yerini değiştirdim. Su damlasının düştüğü noktaya bulaşık süngerini koydum. Sonuç tatmin ediciydi, gülümsedim. Arkamdan tehditkar bir şekilde bağırdı. ‘Seni pislik. Emin ol geri döneceğim. Hem de daha kuvvetli bir şekilde.’ Sesi zihnimde bir süre yankılandı ve kayboldu. Artık rahattım.

Mutfak ve oturma grubunu ayıran ve odanın tam ortasına koyduğum akvaryumun etrafında bir tur attım. Balıklarım onlar için aldığım küçük hediyelerle bayağı ilgiliydiler. Biri hazine sandığının içine girip çıkıyor, diğer ikisi mavi renkli taşların arasında birbirlerini kovalıyorlardı. Bir süre onları seyrettim. Daha sonra kitabımı aldım ve kanepeye sırtüstü bir atlayış yaptım. Ayağım kanepenin hemen yakınındaki sehpaya çarptı. Sehpanın üzerindeki, parmak izleriyle dolu su bardağı ve bir arkadaşımın yıllar önce hediye etmiş olduğu acayip şekilli vazo devrilip düştü. Vazonun şekli o kadar garipti ki, düşmesine çok da şaşırmadım. Esas şaşırtıcı olan o şekle sahip bir vazonun düşmeden durabiliyor olmasıydı. Bardağın dibinde kalan birkaç damla ise parke zemine aktı. Biraz doğrulup mutfak tezgahına doğru baktığımda, bana bakıp pis pis sırıttığını gördüm. ‘Biz her yerdeyiz.’ diye bağırdı. Uzanıp havlu peçeteyi aldım, zemini sildim ve ona tekrar gülümsedim.