İlk karşılaşmam çocukluğumda olmuştu akreplerle. Sayıca çok fazla, süratçe çok hızlıydılar. Köyde, onlar geceleri kerpiç duvarlarda aksesuar gibi dururken, yorgan altında yusufçuk edasıyla uyumaya çalışırdım.

Şimdi büyüdüm. O günlerden geçen seneye kadar olan arada, akreplerle ilişkim burçlardan öteye gitmedi, ona da inanmadığım için öteyi bırakıp beriye bile gitmedi hatta. Ta ki geçen seneye kadar, evet. Bir haftalık yokluktan sonra eve dönmüş, duş almaya hazırlanırken küvette iki adet simsiyah akrep görmüş ve ışık hızıyla tekrar sırtıma çantamı takıp yola düşmüştüm. Ziraatçi bir arkadaşın “Siyah değilse korkma, hele ki kuyruğu 9 boğumdan azsa hiç korkma” demesi üzerine eve bir süre uğramamıştım. Gözümde akreplerin resmini canlandırdıkça 29 boğum sayıyordum, nasıl korktuysam. Günler günleri kovaladıkça (nasıl bir sapıklıksa günlerinki, işleri güçleri yok, birbirlerini kovalıyorlar) evin durumuna dair duyduğum meraktan biraz cesaret alıp zirai bir ilaçla evin yolunu tuttum. Işık hızıyla eve dalıp ilacı bastıktan ve kilolarca yoğurt yiyip litrelerce ayran içtikten (ilaçtan zehirlenip akreplere alay konusu olmanın manası yok tabi) 2 gün sonra eve girip burayı mesken olarak tutmuş 5 adet irili ve birçok adet ufaklı cesedi defnedip, ilaca dualar okudum. Nasıl bir ilaçsa, yaklaşık 6 ay boyunca kapının ve pencerelerin önü böcek mezarlığı gibi oldu.